13 Aralık 2018 Perşembe

YEREL SEÇİMLER REFERANDUMDUR "Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN" (Ankara, 27 Ocak 2010) -Türkiye son hızla yeni bir yerel seçimlere gidiyor. Ay sonunda yapılacak seçimler sonucunda Türkiye’nin bütün yerleşim merkezlerindeki yerel yöneticiler, halk kitlelerinin verecekleri oylar ile belirlenecektir.

YEREL SEÇİMLER REFERANDUMDUR 
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Ankara, 27 Ocak 2010

Türkiye son hızla yeni bir yerel seçimlere gidiyor. Ay sonunda yapılacak seçimler sonucunda Türkiye’nin bütün yerleşim merkezlerindeki yerel yöneticiler, halk kitlelerinin verecekleri oylar ile belirlenecektir. Bu doğrultuda ülkenin bütün siyasal mekanizmaları çalışmakta, partiler ve adaylar seçimleri kazanmak için mücadele ederlerken, devletin ilgili ve yetkili birimleri de yasal yetkileri doğrultusunda görevlerini yerine getirerek Türkiye Cumhuriyetinin bu sınavdan da başarıyla geçebilmeleri için üzerlerine düşen yükümlülükleri yerine getirmeğe çaba göstermektedirler. Ayrıca yerel seçimler şu aşamada ülkenin en önemli sorunu olarak öne çıktığı için, basın ve medya organları da yayınlarında bu olaya kilitlenmiş bir görüntü vermektedirler. Artık Türkiye’nin tüm sorunları ikinci plana atılmış durumda herkes yerel seçimlerin sonucunu kendi çıkarları doğrultusunda etkileyebilmenin mücadelesini vermektedir . Bir anlamda yerel seçimler Türkiye’nin geleceğinin anahtarı konumuna gelmiştir. Yürütülmekte olan bütün işler ve ve girişimlerin yerel seçimleri kazanma amacına dönük olarak planlandığı ve gündeme getirildiği açıkca görülmektedir.

Türkiye’nin geleceğinin yerel seçimlere kilitlendiği bu aşamada artık bu seçimler yerel olmaktan çıkmıştır . Giderek büyüyen bir saflaşma ve seçimlere asılma girişimlerinin tırmanma göstermesi de, Türkiye’nin geleceği için mücadele eden güç merkezlerinin bu seçimleri kazanarak, önümüzdeki dönemde Türkiye’ye ve bu ülke üzerinden dünyanın merkezi coğrafyasına yön vermeğe çalıştıkları görülmektedir. Eski Amerikan başkanı Clinton’un Türkiye Büyük Millet Meclisindeki konuşmasında belirttiği gibi Türkiye kilit bir ülkedir. Bu kilidi kendi anahtarı ile açan ve gene kendi anahtarları ile kullanan güçler dünyanın merkezi coğrafyasını da yirmibirinci yüzyılda kendi çıkarlarına ve politikalarına uygun bir doğrultuda düzenleyebilmenin şansını elde etmiş olacaklardır . Bu nedenle Türkiye’nin mutlaka ele geçirilmesi ve geleceğe dönük olarak da kesinlikle elde tutulması gerekmektedir. Amerikalıların dünya ülkelerini tasnif eden bir uluslararası raporunda belirtildiği gibi, Türkiye cepte keklik olarak görülen ülkeler arasındadır. Bir keklik olarak yakalanmış ve cebe konmuş azgelişmiş ülkenin batı emperyalizmi açısından fazla önemi bulunmamaktadır. Bu nedenle, Türkiye‘nin cepteki keklik konumu muhafaza edilmeli ve bu ülkeye fazla bir şey verilmemelidir. Gene bu doğrultuda düşünen dünya devletinin patronlarından Rockafeller’in açıkca dile getirdiği gibi, Türkiye oltaya takılmış bir balıktır ve oltaya takılan balıklara yem verilmesi gerekmez. Bu derece katı ve acımasız bir bakış açısı ile Türkiye’yi ele alan batılı emperyalist müttefiklerimiz, Türkiye’nin cepteki keklik ve oltaya takılmış balık konumunu koruyabilmek doğrultusunda bütün çabalarını gösterdikleri görülmektedir. Türkiye’yi hep eskisi gibi görmek isteyenler, Atatürk’ün ülkesindeki değişimi ve gelişmeyi görmek istememekte ve sürekli olarak eski yöntemleri kullanmak istemektedirler.

Türkiye Cumhuriyeti iki büyük dünya savaşı arasında tarih sahnesine çıkmış orta boy bir ulus devlettir . Bu konumu ile , ikinci dünya savaşı sonrasında uzun bir süre soğuk savaş döneminin baskı koşulları altında varolmağa çalışmış ve büyük mücadeleler sonucunda, Yugoslavya gibi dağılmadan yirmibirinci yüzyıla gelebilmiştir . Dünya planlarına göre önce Sovyetler Birliği yıkılmış, sonra Yugoslavya dağıtılmış ve sıra Türkiye Cumhuriyetine gelmiştir. Ne var ki, küreselleşmenin yirmi yıllık döneminde Türkiye fazlasıyla zorlanmasına rağmen bu darboğazdan geçmesini bilebilmiştir. Türkiye’nin parçalanmasından sonra oluşturulacak eyalet devletçikleri ile Orta Doğu’da emperyalizmin ya da siyonizmin kontrolunda bir bölgesel federasyon oluşturmak isteyenler Türkiye’yi dağıtamayınca Orta Doğu Birleşik Devletleri adını verdikleri, Büyük İsrail yapılanmasını gerçekleştirememişlerdir. Bunun üzerine Türkiye üzerinden yeni planlarını devreye sokarak, Atatürk’ün devlet modelini ve cumhuriyet rejimini değiştirmeğe ve kendi çıkarlarına göre yeniden başka çizgilerde oluşturmağa yönelik siyasal oluşumları ,gündeme getirerek zorla Türk toplumuna ve devletine empoze etmeğe başlamışlardır. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti iki binli yıllarda Büyük Orta Doğu ve ılımlı İslam projeleriyle uğraşmak ve dışarıdan zorla Türkiye’ye kabul ettirilmek istenen bu planlar yüzünden hem doğal yapısını hem de anayasal devlet modelyini yitirmek tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır . Böylesine bir aşamada hiç bir eski birikimi olmayan farklı bir siyasal parti iç ve dış desteklerle, kısa bir zaman dilimi içerisinde tek başına iktidara gelmiş ve böylesine bir sonucun elde edilmesi içinde, Türk halkının oyları ile iktidara gelmiş olan üçlü koalisyonun bazı komplolar ile düşürüldüğü görülmüştür. Bütün amaç Türkiye’yi ılımlı İslam devletine dönüştürerek, ABD ve İsrail’in çıkarları için hazırlanmış olan Büyük Orta Doğu ya da Büyük İsrail Projeleri için kullanmak olunca, Türkiye’nin iç politika koşulları böylesine bir senaryoya kilitlenmiştir.

İkinci dünya savaşı sonrasında ABD’nin Orta Doğu’ya gelişi ve İsrail’in kuruluşu ile beraber, Türkiye’nin iç ve dış politikası bu iki devletin güdümüne girmiş ve emperyalizm ile Siyonizm’in plan ve programları doğrultusunda, Türk devleti dünyanın merkezi coğrafyasında çeşitli oluşumlara dışarıdan itilerek yönlendirilmiştir . Türkiye’nin demokrasiye geçmesi, merkez sağ partilerin biribirini izleyerek uzun süreler iktidarda kalmaları, sistemin yürümediği ya da aksadığı aşamalarda askeri yönetimlerin devreye girdiği bir dönem günümüze kadar Atlantik inisiyatifinin patronluğunda tamamlanmağa çalışılmıştır. Ama artık gelinen bu aşamada, soğuk savaş döneminin eskiden kalma koşullandırmalarıyla seksen milyonluk bir ülkenin yönetilemediği ortaya çıkmıştır . Ne var ki, emperyalizm iki kutuplu dünya döneminin korku ve baskılarıyla gene de Türkiye’yi bir yerlere sürüklemekten vazgeçmemiştir. Siyono-emperyalizm dünyanın jeopolitik merkezini ele geçirirken, sürekli olarak Türkiye’nin iktidarlarını da kendisi belirlemiştir . Bu doğrultuda , sağcı liderler Eisonhower, solcu liderler de Rockafeller burslarıyla yetiştirilerek birer sömürge valisi gibi, Atlantik kıyılarından Türkiye’ye gönderilmişler ve okyanus ötesinden uzaktan kumandalı bir biçimde bu lider görünümlü elçiler aracılığı ile Türk devletinin politikaları,Türkiye’nin ulusal çıkarlarına ters düşen bir biçimde ayarlanmağa çalışılmıştır. Merkez sağ ve sol liderler sürekli olarak Atlantik kıyılarından gelen inisiyatif doğrultursunda hareket ettikleri için, önce merkez sağ çökmüş daha sonra da solcu olmayan liberal liderlerin kontrolu altındaki merkez sol çökertilmiştir . Seçimler yolu ile iktidarların değişmesiyle hiç birşeyin değişmediğini gören halk kitleleri de bunun üzerine demokrasiden umutlarını yavaş yavaş yitirmeğe başlamışlar ve bu gibi durumlar da askeri yönetimler devreye girerek yeniden demokrasi arayışları tırmandırılmıştır .Soğuk savaş dönemi askeri yönetimler ile demokrasiye geçiş aşamaları arasında dengelenerek geçirilmiştir .

Merkez sağ ve solun Atlantik insiyatifinin baskıları nedeniyle çökertildiği Türkiye’de ikibinli yılların başında bir bölgesel plan uğruna yepyeni bir parti kurdurularak işbaşına gelmesi sağlanmıştır. Sağ ve sol partilerin çökmesiyle oluşan tepki oyları büyük basın ve medya kampanyaları ile yeni partinin arkasına sürüklenmiş ve böylece büyük bir çoğunluğa dayanan yepyeni bir iktidar şimdiye kadar dışlanan İslamcı kimliğini öne çıkaran din tabanına dayandırılmıştır. Ilımlı İslam bayrağı ile Türkiye’yi batıdan ve Avrupa’dan uzaklaştırarak Orta Doğu’ya kilitleyen bu plan, yeni parti aracılığı ile uygulamaya geçirilmiş ve bu doğrultuda Türk devletinin Atatürk modeline dayanan siyasal yapılanmasını zorlayan ve değiştirmeyi hedefleyen adımlar teker teker atılmıştır . Sağ ve sol partiler dış insiyatif baskılarıyla çökertildiği için, kurulur kurulmaz iktidara gelme şansını yakalayan yeni parti, iktidarın nimetleriyle işi daha da büyütmüş ve ülke düzeyinde bir dönüşümü bölgesel planlar doğrultusunda zorlamağa başlamıştır. Bu nedenle, devletin: ulusal,üniter,merkezi,laik ve sosyal hukuk devleti karakteri ciddi boyutlarda tehdit altına girmiştir. Devlet ve hükümet karşıtlığı zaman içerisinde siyasal iktidar ile yüksek yargı arasında ciddi gerginliklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Anayasa değişiklikleri girişimleri ile beraber, ana muhalefet partisinin yüksek yargı organlarına yaptığı başvurular ,ülkede üst düzeyde hukuk tartışmalarına neden olmuştur. Küresel emperyalizm Türkiye’yi kapitalist sistemin çıkarları doğrultusunda dönüştürmek için baskı yaptığı bu aşamada iktisatçılar, sahip oldukları ekonomik mantığı geçerli kılabilmek üzere sayfalarca hukuk yazıları yazarak ekonomik bir kamu hukuku yaratabilmenin çabası içinde, iktidar partisine yol göstermeğe çalışmışlardır .

Dünyanın hiç bir ülkesinde görülmemiş biçimde kurulur kurulmaz iktidar olma şansını yakalayan yeni parti, kendisini işbaşına getiren süreç ve destekçileri doğrultusunda hareket etmiş ve bu doğrultuda geniş bir dış desteğe sahip olmuştur. Ilımlı İslam görünümü liberal politikaların üzerini örtmüş ve dış yönlendirmelerin ulusal çıkarlarla çatışan yanları halkın gözünden kaçırılmıştır . Bu doğrultuda yeni bir medya yaratmak, karşıt sesleri ve yayın organlarını devre dışı bırakmak gibi demokrasiyle bağdaşmayan baskılar uygulanmıştır.

Türkiye’nin bugünkü iktidarı geçmişin koşullarından yararlanarak işbaşına gelme şansını elde eden bir siyasal yapılanmanın sonucudur. Bu anlamda geçmişin son temsilcisidir ama yeniyi temsil etmemektedir. Geçmişin koşullarında sağ ve sol partiler çökertilerek teslim alındığı için, hemen iktidar olma şansı doğmuş ve tepki oyları dışlanan İslamcı tabanla birleştirilerek yeni tür bir iktidarın bölgesel planlara uygun olarak Türkiye’nin başına gelmesi sağlanmıştır. Hemen iktidara gelindiği için, bu durumun nimetlerinden yararlanılarak ikinci kez iktidar olma şansı da yaratılmıştır. Artık her şeyin açıkça ortaya çıktığı bu aşamada, geçmişten gelen bir süreç gene güç merkezleri tarafından Türkiye’yi bir yerelere doğru yönlendirebilmek üzere kullanılmak istenmektedir. Değişen koşullara ayak uyduramayan bütün partiler silinip gitmiş, var olanları da cılız bir biçimde bir şeyler yapmağa çalışmışlardır.

Emperyal planlarla Türk devletinin dönüşüme zorlanma aşamasında, tıpkı devletin kuruluş aşamasındaki gibi tek partili bir siyasal tablo ortaya çıkmıştır. Atatürk döneminin tek parti yönetimi o dönemin zorunluluklarının sonucuydu. Birinci Dünya Savaşı sonrasında uzun süren bir kurtuluş savaşı sonrasında hemen demokrasiye geçiş için uygun bir ortam yoktu . Ayrıca ikinci dünya savaşına giden aşamada ülkenin güvenliği birinci derecede önem taşıyordu. Şimdi yeniden tek partili bir döneme gelinmesi , yarım asırlık Türk demokrasisi açısından çok ciddi bir tehlikedir . İktidarın seçimle el değiştirmesini sağlayacak alternatif partilerin olmaması , ülke politikasını karşı denge unsurundan yoksun bırakmakta bu nedenle de iktidar giderek sertleşme eğilimleri gösterebilmektedir . Çağdaş demokrasilerdeki gibi yasama ve yürütmenin dengeli oluşumu ve her an iktidarın seçimlerle değişme şansının bulunması iktidarların sertleşmesini dengeleyebilmektedir. Eşit ağırlıklı muhalefet partilerinin bulunmaması demokrasileri çökerten başlıca nedendir. Bu durumun örnekleri batı ülkelerinde de zaman zaman görülmüştür. Hiç bir zaman tek partili demokrasi olamaz. Partiler demokrasisinin eşit ağırlıklarla karşılıklı denge içinde gelişmesi gerekmektedir.

Yerel seçimler demokratik alternatiflerin yeniden yaratılabilmesi için çok önemli bir şanstır. Çökmüş olan partilerin toparlanabilmesi, ana muhalefetin iktidar partisi ile eşit ağırlığa ulaşabilmesi açısından, yerel seçimler Türk halkı tarafından değerlendirilmelidir. İktidarın tek parti yönetimine kaymaması için, yerel dengelerin yeniden oluşturulması ve merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında karşılıklı yeni dengelerin kurulması demokrasinin yaşayabilmesi için zorunludur.Yerel seçimler bu açıdan tam bir referandum konumuna gelmiştir. Türk halkı vereceği oylar ile ülkenin geleceğini belirleyecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder