17 Ağustos 2018 Cuma

SİVİL KEMALİZM (Ulus gazetesi: 19 kasım 2012) Prof. Dr. AnılÇEÇEN -"Türkiye Cumhuriyeti, yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğine yaklaşırken önemli gelişmeler ve değişiklikler ile karşı karşıya kalmaktave ortaya çıkan yeni koşullara uyum sağlayarakyoluna devam etmeğe çalışmaktadır."

SİVİL KEMALİZM 
Prof. Dr. AnılÇEÇEN 
(Ulus gazetesi: 19 kasım 2012)

Türkiye Cumhuriyeti, yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğine yaklaşırken önemli gelişmeler ve değişiklikler ile karşı karşıya kalmaktave ortaya çıkan yeni koşullara uyum sağlayarakyoluna devam etmeğe çalışmaktadır. Yirminci yüzyılın dünya haritasına kazandırmış olduğu Türk ulus devleti, Birinci Dünya savaşı sonrasında tarih sahnesine çıkarken,o dönemin koşullarına göre bir süreç yaşamış ve o günün koşulları doğrultusunda bir siyasal yapılanma içerisine girebilmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrasının koşullarında bir ulus devlet olarak kurulabilmiş olan Türk Devleti, ulus devletler çağında gelişerek yaşamışama küreselleşme dönemine geçilmesiyle beraber diğer ulus devletler gibiyeni ortaya çıkan birçok sorunla uğraşmak zorunda kalmıştır.Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasındagündeme gelen yeni konjonktür beraberinde eskisinden çok farklı bir yapılanmayı gündeme getirdiği için, Ulusal Kurtuluş savaşının önderi Mustafa Kemal’den Türk ulusuna yadigar kalanAtatürk Cumhuriyetizorlanmağa başlamıştır. İki dünya savaşı arasındakurulmuş olan Türk Devletiaynı zamanda bir soğuk savaş dönemi yapılanması olduğu için o dönemin özelliklerini de içinde barındırmıştır. Bir dünya savaşındaimparatorluk kaybetmiş olan eski Osmanlı ahalisi, bir Ulusal Kurtuluş Savaşı vererek devletini kurarkenhem uluslaşma aşamasına gelmiş hem de bu durumdan yararlanarak kendi ulus devletini kurmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu nedenle kurucusu olarak öne çıkan hem Türk ulusudur hem de Türk silahlı kuvvetleridir. Bu nedenle, Atatürk Cumhuriyetinin temelinde O’nun düşünce ve ilkelerinden meydana gelen bir Kemalist yapılanma bulunmaktadır.Kemalizm, savaş koşullarının ürünü olan bir düşünce sistemi olarak, Türkiye Cumhuriyeti ile bütünleştiği için, bir anlamda devlet ideolojisi olarak görülmüş ve Türk derin devleti gündeme geldiği zaman,Atatürk Cumhuriyetidevletçi bir Kemalizm’in ürünü olarak görülmüştür. Bir başka açıdan, Kemalist Türk devleti ordunun vasiyetialtında görülmüş, Atatürk’ün ilke ve düşüncelerinden meydana gelen Kemalizm bir anlamdaaskeri vederin devletçi biryapılanma olarak görülmüştür. Soğuk savaşın gerginlik ortamı ve bloklar arası çekişmelerin merkezi coğrafyada zaman zaman silahlı çatışmalara dönüşmesi, böylesine bir durumudesteklemiştir. Yirminci yüzyılın koşullarındaböylesine bir durum doğal olarak karşılanmış ve fazla üzerinde durulmayarak ciddi bir tartışma konusuyapılmamıştır.

Devletler açısından tarih içerisinde gelişmelerbirbirini izledikçe ortaya yeni koşullar çıkmakta, medeniyet tekerleğidöndükçe, eski devletler kaybolup gitmekte,yeni koşulların gündeme getirdiği farklı ortamlarda yenidevletler tarih sahnesine çıkmaktadır. Değişimi iyi izleyen bazı güçlü devletler, değişen koşullarda daha da güçlenme şansını yakalayabilmekte amabunu yapamayan bazı küçük ve zayıf devletler çökme süreci içerisine sürüklenerek ortadan kalkmaktadırlar. Geçmişin koşullarına uygun olarak kurulmuş olan devlet yapılarının zaman içerisinde eskiyerek yürüyememesi, devletlerarası rekabet ve çekişmenin rakip devletlerin bazılarını güçlendirmesi ama diğerlerinin de zayıflamasına yol açması sonucunda, birçok siyasal yapının çöktüğü ve bu doğrultuda da kendini yenileyemeyen devletlerinbelirlibir aşamaya gelince dağılarak yıkıldıkları görülmektedir. Uluslararası konjonktürün sürekli değişen yönlerini iyi izleyemeyen devletler geçmişte kalırken, kendini yenileyerek yeni koşullarda daha güçlü bir yapılanma ile yola çıkabilen devletler ise, yeni dönemde öne geçen devletler olarak dünya kamuoyunda etkili ve belirleyici olabilmektedirler. Devletlerin sürekliliği, değişen koşulların yakından izlenmesine ve bu doğrultuda kendini yenileyerek yola devam edebilmesiyle mümkün olabilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti de, bir devlet yapılanması olarak genel kurallara bağlı bir siyasal yapılanmadır. Bütün devletler için geçerli olan koşullar ya da süreçler Türk devleti içindesöz konusudur.Eski koşullarda çok farklı bir yapılanma ile ortaya çıkmış olan bazı devletlerin, yeni dönemlerde kendilerini yenileyerek yollarına devam edebildikleri görülmekte, böylesine bir dönüşümü gerçekleştiren devletler uzun ömürlü olma şansını elde ederlerken,geride kalanlarkaybolup gitmekten kurtulamamaktadırlar.Özelliklebir ordu mücadelesi ya da Ulusal Kurtuluş Savaşı gibi çatışmalıortamlardan kurtularak devletleşebilen siyasal yapılar, uzun süreordu ve asker vesayeti altında kalabilmekte, gergin ortamlar ya da savaş koşullarının ortadan kalkması üzerine gündeme gelen barış ortamlarındaordu ve askerin ötesinde bir yeni yapılanma söz konusu olabilmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti,küreselleşme dönemine geçildikten sonra eskisinden çok farklı gelişmeler ve olaylarile karşı karşıya kalmış ve yeni dönemin barışa yönelen gelişme seyri doğrultusundaülkedeki demokratik rejim daha da geliştirilerek kurumlaştırılmağa çaba gösterilmiştir.Avrupa gibi uygarlığın beşiği bir kıtanın yanı başında kurulmuş olan Türk devleti,kuruluşunda bir halk yönetimi olarak cumhuriyet biçiminde ilan edilmiş ve daha sonraki yıllarda kuruluş döneminin tamamlanması üzerine demokrasiye geçiş iki kez gündeme getirilmiştir. Ne var ki, İkinci Dünya Savaşının gelmekte olması soğuk savaş koşullarını daha da sertleştirdiği için, demokrasiye geçiş bu savaşın sonrasına kalmıştır. Yirminci yüzyılın tam ortasında yapılan genel seçimler ilesiyasal iktidar serbest genel seçimler yolu ile el değiştirmiştir.Böylece bir halk devleti olarak kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetinin demokratik rejim ile tamamlanarak batı devletlerinde olduğu gibi çağdaş bir ülke olmasına çalışılmıştır.Demokrasiye geçişten sonra yıllar geçtikçe,soğuk savaş koşulları daha da sertleşmiş veTürkiye’nin tam ortasında yer aldığı merkezi alandaemperyal güçlerin hegemonya çekişmeleri sürdürmesi yüzündenAtatürk’ün Türkiye’si hem yoğun bir terör süreci yaşamış hem de bu gerekçe gösterilerekher on yılda bir askeri müdahaleler ile karşı karşıya kalmıştır.Böylesine bir durumun içinde bulunulan uluslar arası konjonktür tarafından bu bölgeye yansıtılmasıileiki kutup arasındaki çekişmeleri sertleştirince,batı blokunun desteği ile Türkiye askeri rejimlere sürüklenmiş ve bu durum da devletin kurucusu Atatürk’ten miras kalan ilkelerin bir bütünü olan Kemalizm ile açıklanmağa çalışılmıştır.Sovyetler Birliğine karşı olan batı blokunun Türkiye’yi elde tutmak üzere NATO ittifakı üzerinden desteklemiş olduğu askeri müdahalelerin hepsinin Atatürkçülükya da Kemalizm adınagelmesi,Türkiye’deKemalizm isimli,Atatürk ilkelerinden meydana gelendüşünce sisteminin askerci, orducu ya da derin devletçi bir yapılanma olarak değerlendirilmesine neden olmuştur.

Sosyalizm, komünizm, faşizm, liberalizm, sendikalizm gibi bir siyasal düşünce sistemi ya da ideoloji olarak tanımlanacak olan Kemalizm,Türkiye Cumhuriyetini ortaya çıkaran siyasal birikiminürünü olanbir düşünce sistemidir.Ne var ki,bu düşüncenin ortaya çıkış süreci diğer akımlardan çok farklı olarak hem bir Ulusal Kurtuluş Savaşı,hem de bir ulus devletin kuruluşu ile yakından bağlantılı bulunmaktadır.Bu çerçevede,Kemalizm denilince akla hem Türk ordusu hem de Türk devleti gelmekte, bu yüzden deKemalizmAtatürk ilkelerinden meydana gelen bir düşünce sistemi olarakaskercilik ve devletçilik suçlamalarından bir türlü kurtulamamaktadır.Türk devleti eleştirilirken ya da tartışılırken,Kemalist’likle suçlanarak Atatürk modelinden gelen siyasalyapısı kötülenmektedir.Ya daTürk Silahlı Kuvvetleri eleştirilirken geneAtatürk’ün ordusu olduğu için Kemalist’lik suçlamasındanTürk askerleri bir türlü kurtulamamaktadırlar.Yıllarca süren soğuk savaş döneminin istenmeyen bir kalıntısı olarak,Türk devleti, Türk ordusu veKemalizm bir üçlü halinde birlikte ele alınarakbunlara kara çalınmakta vebu üçlüTürkiye’de derin devlet yapılanması yüzünden suçlu çıkartılmağa çalışılmaktadır.Atatürk ilkelerinin bütünleşmiş bir sistemi olan Kemalizm’in,günlük siyasal gelişmeler doğrultusunda ordu ya da devletin hedef olduğu bir takım siyasal olaylar karşısındaolumsuz bir biçimde ele alınması bir soğuk savaş dönemi koşullanması olarak,küreselleşmeaşamasında da sürdürülmek istenmekteve bu yüzden deKemalizm bir türlü hak ettiği olumlu değerlendirmelere kavuşamamaktadır.Türkiye Cumhuriyeti’ne kızan ya da karşı çıkan dış güçler her zaman bu devletin kurucusu Atatürk’ü suçlu bulmaktalar ve aynı doğrultuda da Kemalizm’i yerden yere vurmaktan kaçınmamaktadırlar.Kemalizm soğuk savaş döneminde ortaya çıkan bir düşünce sistemi olması nedeniyle her zaman geçmişten gelen gerginliklerin ve tuhaflaşmaların hedefi olmakta, bu yüzden de cumhuriyetingenç kuşakları vatandaşı oldukları devletin kurucu önderini ve onun düşüncelerini olumlu bir çizgide öğrenme şansını elde edememektedirler.Gençler Atatürk’e karşı bir çizgide yetiştirilirken,Kemalizm’de yaşanan bütün olumsuzlukların başlıca nedeni olarak gösterilmekte ve böylece Türkiye Cumhuriyetinin kurucu iradesinin siyasal birikimi devre dışı bırakılarakyok sayılmaktadır.Tamamen tesadüflerin sonucundaortaya çıkan gelişmeler, Türk devleti ile beraber Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve bu yapılanmaların düşünsel sistemi olarakKemalizm’in olumsuz değerlendirmesine yol açmıştır.

Sosyalist sistemin dağılması üzerinesoğuk savaş gerginliği geride kalınca, batı blokundan kaynaklanan bazı yeni gelişmeler uluslararası konjonktürde öne çıkmağa başlamış ve bu doğrultuda birçok ülkede askeri rejimler ile diktatörlüklerin tasfiyesine giden yollar açılmıştır.Ayrıca buna paralel olarak bazı demokratik ülkelerde görülen askeri rejimlere de son verilmiş, böylece orduların kendi devletlerini vesayet altına almalarına eskisi gibi izin verilmemiştir.Ülkelerin silahlı kuvvetleri bu doğrultuda siyaset sahnesinden çekilerek kendi asıl alanları olangüvenlik sahasınadoğru yönlendirildiklerindedevlet yapılanmalarında sivilleşme başlamış,kamu makamlarından askeri temsilciler geri çekilirken,askerlerin kendi görevleri dışında kalan diğer kamu hizmetlerinde çalışmalarına eskisi gibi izin verilmemiştir.İlerleyen teknoloji sayesinde ordular küçültülmüş, son derece gelişmiş silahlara sahip olabilen ulus devlet ordularıteknolojisi üstün silahlar ile güçlenirken, kalabalık askerlerden oluşan ordu dönemi geride kalmağa başlamıştır.İnsan hakları doğrultusunda gündeme getirilen vicdani ret hakkı gibi sonradan olma kavramlar ilegençlerin asker olmaları önlenmiş ama teknolojideki hızlı değişimler izlenerek küçük ama güçlü yeni askeri yapılanmalara gidilmiştir.Bu aşamada bir ulus devlet oluşumunun düşünce sistemi olan Kemalizm ile dıştan güdümlü girişimler ile yapısal değişikliğe yönlendirilen Türk Silahlı Kuvvetleri, Kemalist düşünce sisteminden uzaklaştırılmağa çalışılmıştır.TürkSilahlı KuvvetleriKemal’in askerleri konumundan uzaklaştırılırken, Batı ittifakı çerçevesindedaha üstün bir teknolojik yapılanmaya doğruzorlanarak merkezi coğrafyanın güvenlik devleti konumuna getirilmeğe çalışılmıştır. Avrupa Birliği sürecinde Türkiye demokrasisi geliştirilirken,Kemalizm ve Türk Silahlı Kuvvetleri geri plana atılmış amabatı blokunun küresel üstünlüğü söz konusu olduğundaOrta Doğu’daki sıcak çatışma noktalarına müdahale edebilmek içingeneTürk ordusu kullanılmağa çalışılmış ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin batı emperyalizminin çıkarları doğrultusunda kullanılabilmesi için yeni tür bir Kemalizm geliştirilmeğe çalışılmıştır. Avrupa batısı demokrasinin genişlemesi doğrultusunda Kemalizm’in kaldırılmasını ve Türk ordusunun vesayetine son verilmesini isterken ABD ve İsrail ikilisi ise, Türk ordusunu merkezi alanda kendi çıkarları doğrultusunda kullanmağa dikkat etmişler ve bu yüzden de Kemalizm’i yeni dönemin değişen koşullarında yeniden tanımlamağaçalışmışlardır.Türk devleti açısından da değişen durumlar karşısında benzeri gelişmeler görülmüş, yeni dönemde daha küçük devlet isteği öne çıkarken,bu doğrultudatoplumun üzerindeki devlet etkisizayıflatılmağa çalışılmıştır.Bu yüzden de Türk devletinin kurucu düşünce sistemi olan Kemalizm’indevre dışı bırakılmağa çalışıldığı açıkçaöne çıkmıştır.

Yirminci yüzyılın son on yılında beklenmeyen gelişmelerin ortaya çıkması,dünyanın önde gelen büyük devletleri ve güçlerinin merkezi alanı ele geçirmeğe çalışmaları üzerineAtatürk Cumhuriyeti çok zor durumlarda kalmıştır.Bir cumhuriyet devleti olarak kendi içinde demokratik rejimi en üst düzeyde geliştirmeğe çalışan Türkiye Cumhuriyeti, yeni dönemin koşullarında başka türlü yol ve yöntemler ile yok edilmeğe hedef olunca,işler değişme noktasına gelmiş, ülke demokrasiyi geliştirerek sivilleşmeğe çalışırken,devlet degene eskisi gibi kendi güvenliğine öncelik veren yeni girişimlerde bulunmağa başlamıştır.Yeni dönemdeAmerika üzerinden küreselleşme ile Avrupa üzerinden Avrupa Birliği süreçleri ile karşı karşıya kalan TürkiyeCumhuriyeti demokrasisini geliştirmeğe öncelik vermiş ve bu doğrultudaAvrupa kıtasındaki gelişmiş uygar ülkeler ile aynı düzeyde bir çağdaş demokrasiye sahip olabilmek üzere her türlü özveriyi göstererek önemli adımlar atmış ve yeni yasal düzenlemeler ilegeçmişten kalan sorunlarına hukuk açısından çözümler getirmeğe çalışmıştır. Budoğrultuda devletin saydamlaşması sağlanırken, ulusal toplum içinde sivil örgütlenmeleringeliştirilmesine çalışılmıştır. Avrupa fonları ile beslenen sivil toplum kuruluşları desteklenirken, ülkede ciddi bir sivilleşmenin öne çıkması istenmiş, geçmişte olduğu gibi devlet merkezli yönlendirmeler ile Türk demokrasisinde siyasal baskı düzenlerine gidilmesi önlenmek istenmiş, sivil toplum kuruluşları güçlendirilerek siyasal iktidarlar üzerinde meclis ve yargıdan sonra üçüncü bir denetim mekanizması geliştirilmesi içinçaba gösterilmiştir. Böylecedevlet ile özdeşleşmiş olan cumhuriyet rejimi ilesivil toplum üzerinden geliştirilmeğe çalışılan demokrasinin birlikte gelişmesi ve kaynaşarak, ileri bir halk yönetimi tesis edilmek istenmiştir.

Yeni dönemdesivil bir cumhuriyet istekleri giderek artmış,sivil toplum kuruluşlarıbu talebi her geçen gün tırmandırırkenileri bir demokrasi ile zenginleşecek cumhuriyetin sivilleşmesineyeni dönemde öncelik verilmiştir.Şirketlerin giderek büyüdüğü ve tekelleşerek dünya ekonomisinin denetimini ele geçirdiği bir aşamadadevletlerin küçülmesi hedeflenmiştir.Devletler küçülürken toplum üzerindeki yönlendirme yetkileri azalmış, devletlerin küçülmesinden meydana gelen eylem boşluğu alanı sivil toplum kuruluşları ile doldurulmağa çalışılmıştır. Cumhuriyetin doksanıncı yılına girerken ve yüzüncü yılına yaklaşırken, artık sivil bir cumhuriyet rejiminin gelişmesi gerektiği üzerinde genel bir kanaatoluşmuş ve bu doğrultuda halk kitleleri motive edilmeğe çalışılmıştır.Ülkedeki otoritelerin karşısında sivil otoritelerinde güçlenerek çıkması ve sivil örgütlerin öncülüğünde toplumsal insiyatifin kendi geleceğine sahip çıkışının sağlanması istenmiştir.Devletin merkezinde genelkurmayın ya da diğer kamu kurumlarının bulunmadığıyeni bir yapılanmayı isteyen sivil toplum hareketleri,daha demokratik bir cumhuriyet devleti için harekete geçmişlerdir.Soğuk savaş yıllarında demokrasisiz bir cumhuriyet dönemi yaşayan Türk devletinin en üst düzeyde gelişmiş bir cumhuriyet rejimine sahip olabilmesi için demokrasi ile tamamlanması, bunun içinde sivil toplumun en üst düzeyde geliştirilmesi gerekmiştir. Yirmi birinci yüzyıldaTürkiye cumhuriyetigeleceğe dönükyolunda ilerlerkensivilleşme olgusu ana değişim konusu olarak öne çıkmıştır.Anayasa değişiklikleri ve yeni yasal düzenlemeler ile sivil toplumun geliştirilmesine çalışılırken,tanınan yeni hak ve özgürlükler ile de demokrasinin sınırları genişletilmek istenmiştir.Vatandaşlar hak ve özgürlükleriningerçekleştirilmesi yolunda siyasal partilerin yetersiz kaldığı aşamalarda devreye girereksivil toplum kuruluşları aracılığı ile hak ve özgürlüklerinin gerçekleştirilmesi için girişimlerde bulundukları görülmektedir.Belirli sosyal etkin alanlarında yeni sivil toplum kuruluşlarının oluşturulmasıyla beraber, Türk demokrasisinin zenginleştirilmesisağlanmış ve zaman içerisinde çok sesli bir siyasal ortama geçilmesiyle berabersivilleşme tam olarak gerçekleştirilmek istenmiştir.

Sivil toplum kuruluşlarının daha çok Avrupa Birliği mevzuatı doğrultusundaele alınması ve Avrupa fonlarından desteklenmesiyle beraber, Türkiye’de küreselsermayeninisteklerinin gerçekleştirilmesinde,emperyalizm bu kuruluşlardan yararlanarak yenidünya düzeninikurmağa yönelmiştir.Sivil toplum kuruluşlarının sayılarının hızla artması, bunların Avrupa Birliği fonlarından desteklenmeleri,ABD ve küreselci şirketlerin bu kuruluşlarıtoplumsal yapıları değiştirmede kullanmaları üzerine,değişik bir tablo ortaya çıkmıştır.Bir yandan sivil toplum kuruluşlarıana statülerinde belirtilen amaçlar doğrultusunda çalışaraktoplumsal yapının sivilleşmesinde etkili olurken,bunlara para vererek destekleyen emperyalist ve Siyonist merkezlerkısa adı STK olan bu kuruluşları belirli amaçlar doğrultusunda kullanmaktan çekinmiyorlardı. Küreselleşme öncesinde her ülkenin toplumunda var olan demokratik kitle kuruluşlarının yeni dönemdesivil toplum kuruluşları olarak değerlendirilmesiyle berabereskisinden çok farklı bir çalışma düzeni içinde bu kuruluşlar açıkça dış güçler tarafından belirli ülkelerin iç işlerine karışmak ya datoplumları belirli hedeflere yönlendirmek doğrultularında kullanılıyorlardı.Sivilleşmetoplumsal örgütleri devletten uzaklaştırıyor,ulusal kimlikten kopmalarına neden oluyor ve çeşitli dış senaryoların ülkenin içyapısındadevreye girmesi için elverişli bir ortam yaratıyordu.Küresel emperyalizmin hedef aldığı ulus devletlere karşı çeşitli kampanyaların düzenlenmesinde ve yürütülmesinde bu gibi kuruluşlar siyasal merkezler tarafından desteklenerek kullanılıyorlardı.Halk tarafından,emperyalizmin casus örgütleri adı verilen sivil toplum kuruluşlarıdışinsiyatiiflerin kontrolü altında hareket ettikleri için kendi ülkelerine yarardan çok zarar veriyorlardı.Her türlü hak ve özgürlüğün öne çıkartıldığı kampanyalarda,devlet yıkıcılığı ve toplum parçalayıcılğı ile ulusal yapıların tasfiyeciliği gibiulus devletler açısından son derece önem taşıyan zararlar,sivil toplum görünümlü bu gibi casus örgütler aracılığı gerçekleştirilebiliyordu.Bütün ulus devletler de benzeri sahneler birbirini izlerken, ulusal toplumların bütünlüğü ile devlet otoritesinintoplum üzerindeki yönlendirici etkilerikırılıyordu. İki binli yılların devreye girmesi üzerineküreselleşmesürecinde ikinci bir aşamaya geçiliyor ve her ülke için batılı merkezler tarafından hazırlanmış siyasal senaryolar devreye sokuluyordu.Bu doğrultudaOrta Doğu bölgesi içinABD-İsrail ikilisi hem Büyük Orta Doğu hem de Büyük İsrail adı altında iki emperyal hegemonya projesini devreye sokarlarken, bir çok bölge ülkesinde destekledikleri bir iktidar partilerine de Büyük Orta Doğu projesinin eş başkanlığı gibi birsiyasal görev veriyor ve bunu siyasal bir misyon olarak açıktan destekliyorlardı.Türkiye’de de benzeri bir durum ortaya çıkınca, ülke ve toplumun bütün merkezlerinde böylesine bir dış emperyalplan doğrultusunda yeni bir siyasal yapılanmalaröne çıkarılıyordu.Bunun sonucunda da,ABD istihbaratının önde gelen bir uzmanı “Yeni Türkiye Cumhuriyeti“ adı altında bir kitap yayınlayarak,Atatürk Cumhuriyetinin sona erdiğini, bundan sonra ılımlı İslam politikalarının Türkiye üzerinden tüm İslam devletlerine taşınacağını, bu doğrultuda dini cemaatler ile emperyalizmin işbirliği yapacağını,ulusların tasfiyesinde dini cemaatlerin kullanılacağını, yirmiden fazla ülkenin sınırlarının değiştirileceğinihiç çekinmeden açıklıyordu.Türkiye’nin laik, ulusal, üniter ve merkezi devlet yapılanmasını ortadan kaldırmak isteyen batı emperyalizmi; Türkiye’yi yeni bir devlet olarak ortaya çıkarırken, devletin temelinde yatan Kemalizm gerçeğini görmezden geliyor, ulusal kurtuluş savaşı kazanımları üzerine kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetinin kendine özgü devlet modelinitasfiye ederek, halkınoluşturduğu Müslüman tabanı harekete geçirerekasıl amacına ulaşmak istiyor ve bu doğrultuda Atatürk’ün kurmuş olduğu laik, ulusal, üniter ve merkezi devletin sonunun geldiğiniilan ediyordu.Türk devletinin temelinde var olan Kemalist birikimi görmezden gelen bu Amerikan tavrı bir anlamda Kemalizm’i inkâr ederken, Türk devletinin Kemalist çizgiden uzaklaşarak İslamcı bir doğrultuda tüm İslam dünyasına yönelikbir taşeron olarakkullanılmasının da öncülüğünü yapıyordu.

İşte bu şartlar ve ahval dahilin de,birinci vazifelerini unutmayanTürk ulusunun önde gelen Atatürkçüleri, Kemalistleri, Ulusalcıları vecumhuriyetçileri bir araya gelerek örgütleniyorlar ve kendi sivil toplum kuruluşlarını oluşturarak, Türkiye Cumhuriyetini ve Türk bağımsızlığını korumak doğrultusundakiamaç ve hedefleri doğrultusunda sivil toplum çalışmalarına başlıyorlardı. Batı emperyalizminin baskıları sonucunda devleti var eden Kemalizm devletin bütün birimlerindençıkartılmağa çalışılırken,toplumda var olan Atatürkçü birikim de temizlenmek isteniyordu. Devletten sonra,TürkSilahlı Kuvvetlerinden de Atatürkçülük birikimi silinmek istenirken, okyanus ötesinden düzenlenen çeşitli siyasal komplolar ile Atatürk’ün partisine de işbirlikçi bir neo-liberal ekip yönetime getirilerek, devleti kurmuş olan bu parti de Kemalizm’den uzaklaştırılmağa çalışılıyordu.Türkiye Cumhuriyetinin doksan yıllık geçmişinin getirdiği yeni cumhuriyet kuşaklarının içinde aktif olan Atatürkçülerçeşitli dernek ve vakıflar çatısı altında bir araya gelerek, devletten, ordudan ve partiden kovulmuş olanAtatürkçülüğe sahip çıkarak,yeni kurdukları dernekleri aracılığı ile ülkede var olan Kemalist birikiminyaşatılmasına çalışıyorlardı. Çeyrek asırlık bir zaman dilimi içinde küresel emperyalizm diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye Cumhuriyetini de ele geçirmeğe ve yeniden sömürgeleştirmeğe çalışırken, devletten, ordudan ve partiden kovulan Kemalizm sivil toplum kuruluşlarında yeniden yaşatılmağa çalışılıyor ve böylece ülkede genç kuşakların eskisi gibi Atatürkçü bir doğrultudayetiştirilmeleri içinsivil toplumcu bir çaba örgütleniyordu.Cumhuriyetin yanı sıra demokrasi geliştirilirken,daha ileri bir demokrasi doğrultusunda sivil anlamda bir Kemalizm tarihsel birikimin üzerinden ulusal düzeyde örgütlenmeğe çalışılıyordu.Kemalist sivil toplumculuk dernekler ve vakıflar aracılığı ile toplumun önüne çıkartılırken,ulusal kurtuluş savaşından gelen kurucu ulusal irade sivil bir Kemalizm anlayışı doğrultusunda yeniden örgütlenmeğe çalışılıyordu.

Atatürk Cumhuriyeti bir ılımlı İslam cumhuriyetini doğru dış dayatmalar aracılığı ile dönüştürülmeğe çalışılırken, resmi bayramların kutlanma törenleri yasaklanıyor,okullardaki Atatürk köşeleri kaldırılıyor, üniversitelerden Atatürk İlkeleri dersine son veriliyor, devlet hayatında Atatürk’ü çağrıştıran bütünbirikim silinerek,kurucu iradenin temsilcisi olan Atatürk’ten uzaklaştırılmış yeni bir siyasal yapılanma oluşturulmak isteniyordu. Ülkedeki Atatürkçü kuruluşlara savaş açılırken, bunlar üzerinde baskıcı bir kontrol mekanizması kurulurken gene Atatürk’ten uzak bir toplumsal yapılanma oluşturulmak isteniyordu.İktidar partisinin kazandığı belediyeler kadınlar için ayrı sosyal mekânlar yaratarak Arabistan’da olduğu gibi haremlik ve selamlık uygulamalarına geçmeğe çalışırken, bazı okullarda da kız ve erkek öğrencilerin bir arada okuduğu karma eğitim modelinden vazgeçilerek kızlar ve erkekler için ayrı sınıflar konuşulmağa başlanıyordu.Ilımlı İslam’ın dış desteklerle iktidara gelmesi üzerine dini cemaat vakıflarına onlarcaüniversite kurduruluyor ve binlerce cemaat evleri ve yurtları ile Türk toplumu hızla laiklikten uzaklaştırılarakbir din toplumuna dönüştürülüyordu.Avrupa üzerinden devlet karşıtı sivil toplum kuruluşlarının,ABD üzerinden ise dini cemaat vakıflarının desteklenmesi üzerine, Türk toplumunun ulusalcı kesimleriAtatürkçü dernekler ve vakıflar kurarak yeni bir tür Sivil Kemalizm’inhem öncüsü oluyorlar hem de bu anlayışı demokratik ortamda yaygınlaştırarak,Atatürk Cumhuriyetini var eden siyasal birikim olarak Kemalizmiher türlü engel ve baskıya rağmen yaşatıyorlardı.Bu doğrultuda bazı meslek kuruluşlarının da devreye girmeleri ve Atatürkçü çizgide çalışmalar yapansivil Kemalistkuruluşlara destek sağlamalarıyla beraberülke içinde yeni bir Kemalist cepheninoluşumu kendiliğinden gündeme geliyordu. Emperyalizmin Türkiye sahnesinden silmek istediği Kemalizm, bu girişimlere tepki olarak bu sefer toplumun içindekök salıyordu. Türk ulusu, Atatürk’e borçlu olduğuTürkiye Cumhuriyetinin laik, ulusal, üniter ve merkezi yapısı ile siyasalanlamda tam bağımsızlığıkoruyabilme doğrultusunda yeni dönemde ciddi bir sivil Kemalizm uygulamasına geçiyordu.

Son yıllarda resmi bayramlar ile ilgili kutlama törenlerinin yasaklanması bir anlamda bardağı taşıran son damla oluyor ve bu nedenle eline bayrağı alan Türk vatandaşları sokağa çıkarak Atatürk heykelleri önünderesmi gün ve bayramların anlam ve önemini belirten törenleri kendiliğinden eylemsel olarak yapıyordu.Sivil Kemalizm yeni Atatürkçü dernekler ve kuruluşlar aracılığı ile geliştirilirken,Atasına sahip çıkan Türk halkı dabayraklarla yürüyüşlere geçiyor,Atatürk meydanlarında toplanarak kitlesel anlamdaresmi gün ve bayramların kutlanmasını sivil bir insiyatif olarak örgütlüyordu. Ülkenin bütün büyük kentlerindebinlerce insan yürüyüşler ya da açık hava toplantıları ile kutlama törenlerini gerçekleştirirken,yurdun dört bir bucağından yüz binlerce insan kendi imkânları, arabaları ya da otobüsler aracılığı ile başkent Ankara’ya gelerek Atatürk’ün önünden geçmek üzere Anıtkabir’e akın ediyorlardı.Son yıllarda giderek artan baskı vegerginlikler, halk kitlelerini huzursuz ediyor ve Türk ulusunun Atatürkçü fertleri ellerine bayrağı alarak sokağa çıkmaktan ya da meydanlarda toplantılar yapmaktan kaçınmıyordu. Atatürk’e giderek siyasal kadroları şikayet etmekten çekinmeyen Türk ulusu,atalarının bir ulusal kurtuluş savaşı vererek ele geçirdiği kazanılmış haklarını koruma doğrultusundadoğrudan insiyatif kullanmaktan çekinmiyordu. İktidar kadar muhalefet partilerinin yetersizliği ya da pasif tutumları yüzündenkaramsarlığa kapılan Türk halkının aktif ve dinamik kesimlerininharekete geçerek, sivil toplum yapılanmaları üzerinden birtam bağımsızlık ve cumhuriyet koruyuculuğuna soyunduğu görülmektedir. Demokrat olmamakla suçlanan Kemalistlerin yeni dönemde dernek ve vakıflar üzerinden geliştirdiği sivil Kemalizm diğer sivil toplum hareketleri gibi demokrasinin özüne ve ruhuna uygun görünmekte, Türkiye Cumhuriyetinin demokratik zenginleşmesine önemli katkılar sağlamaktadır.

Batı emperyalizminin çıkarları doğrultusunda NATOaracılığı gerçekleştirilen askeri darbelerin Kemalizm adının arkasına saklanarak gündeme gelmesi yüzünden, Türkiye’nin ulusal birikimi olanAtatürkçü düşünce sistemi Kemalizm adıilebir askerci ideoloji olarak yıllarca suçlanmış ve bu gerekçe ile dedevletten, ordudan ve devleti kuran partiden uzaklaştırılmıştır. Yeni gelinen aşamada, Türkiye Cumhuriyetini var eden bu büyük siyasal birikimin artık ulusaltoplum içinde Türk ulusunun iç dinamikleri aracılığı ilekorunabileceği anlaşılmaktadır. Devletçi, orducu ve partici Kemalizm geride kalırken halkçı bir Kemalizm, Atatürkçü dernekler ve diğer sivil toplum kuruluşları aracılığı ile elde tutulacak ve korunacaktır.Küresel emperyalizm uluslar arası büyük sermayenin çıkarları doğrultusunda ulus devletleri yıkarken, Türk ulusu tıpkıKuvayı Milliye günlerinde olduğu gibi Müdafaai Hukuk Cemiyetleri, Hâkimiyeti Milliye Cemiyetleri ya da Reddi İlhak Cemiyetleri gibi yeni oluşturulacak millikuruluşlar aracılığı ile sivilKemalizm mücadelesi yapacak ve bu yoldankurucu önder Atatürk’ten Türk ulusuna yadigar kalan Türkiye Cumhuriyetinin geleceğe dönük bir çizgide ilelebet payidar kalması sağlanabilecektir. Bu yıl kutlanan 29 Ekim bayramı ile IO Kasım tarihindeki Atatürk’ü anma günündeki sivil insiyatifin ortaya koymuş olduğubüyük Kemalist birikim gelecek açısından umut vericidir.Seksen milyonluk bir nüfusu ileTürk ulusu, doksan yıllık bir cumhuriyetin çatısı altında çağdaş demokrasi bilinci ile hareket ederken, yeni dönemde her türlü saldırgan bölücü, şeriatçı, mandacı ve işbirlikçitehdide karşı birinci vazifesi olan Türk bağımsızlığı ile Türkiye Cumhuriyetinin koruyuculuğunu artık sivil toplum kuruluşları aracılığı ileciddi bir sivil Kemalizm hareketi sayesinde başarabilecektir.Sivil KemalizmTürkiye Cumhuriyetinin birçok sorundan kurtulmasını sağlayacak,Atatürk’ün devlet modeliniTürk ve İslam dünyası için model bir devlet olarak daha da etkin bir düzeyde geliştirecektir.Bütün Atatürkçü, cumhuriyetçi, ulusalcı kesimler güçlü bir sivil Kemalizm için seferber olabilmelidirler.

ANADOLU‘DA ÜÇÜNCÜ ENDÜLÜS "Prof. Dr. Anıl Ç E Ç E N" - Endülüs kavramı, Türkiye’de pek bilinmeyen ya da yeterince üzerinde durulmayan kavramlardan birisidir. Ne var ki, Türk dünyası açısından çok da anlam ifade etmeyen bu kavram İslam dünyası açısından son derece önem taşıyan vebir anlamda dünyanın geleceğini yönlendiren bir tarihi dönemin adı olarak öne çıkmaktadır. (Yazım ve Yayı Tarihi: 17 EYLÜL 2012)

ANADOLU‘DA ÜÇÜNCÜ ENDÜLÜS 

Prof. Dr. Anıl Ç E Ç E N 
Ankara: 17 Eylül 2012
Endülüs kavramı, Türkiye’de pek bilinmeyen ya da yeterince üzerinde durulmayan kavramlardan birisidir. Ne var ki, Türk dünyası açısından çok da anlam ifade etmeyen bu kavram İslam dünyası açısından son derece önem taşıyan vebir anlamda dünyanın geleceğini yönlendiren bir tarihi dönemin adı olarak öne çıkmaktadır. TürklerinAvrupa’da pek de gidemediği bir bölge olan,kıtanın tam da güneybatısında yer alan İberikYarımadası ya da bugünkü adı ile İspanya adı verilen bir bölgedetarihin en kritik dönemlerinde yedi yüz yıl boyunca hüküm sürmüş bir uygarlığın ya da imparatorluğun adı olarak Endülüs kavramı insanlığın geçmişinin kavranabilmesi açısındanfazlasıyla önem taşıyan bir kavramdır.İslam dünyası açısından çok önemli olan bu kavram,Osmanlı dönemi açısından da Avrupa’da gerçekleştirilen Türk-İslam uygarlığınındini kökenlerinigündeme getiren bir oluşumun adıdır. Endülüs tarihi bilinmeden Avrupa tarihi anlaşılamaz, ayrıca İslam tarihi üzerinden gidildiği zaman .Türklerin Müslümanlığı kabul etmesi aşamasından sonrasınınele alınabilmesiya da kavranabilmesi açısından da dikkate alınması gereken önemli kavramlardan birisi de gene Endülüs adıdır.Bugünün Türkiye’sinde ortaya çıkan bazı olumsuz koşullar, Anadolu yarımadası üzerinde de yeni bir Endülüs macerasının yaşanmakta olduğunugöstermekte veüçüncü kez bir Endülüs faciasının tarihte oluşup oluşmayacağınıtartışma alanına getirmektedir. 

Endülüs kavramı öncelikle bir devletin adı olarak öne çıkmıştır.Hrıstıyanlığın beşinci yüzyıldan sonrabütün Avrupa kıtasını kapsaması ve bundan sonraiki yüz yıl boyunca bu kıtada yoğun birYahudi ve Hristiyan çatışmasının yaşanmasını takibenOrta Doğu bölgesinde Müslümanlığın üçüncü tek tanrılı din olarak meydana çıkması ve hemen sonrasında daArap veBerberi komutanlar sayesinde Kuzey Afrika üzerinden İberik yarımadasınataşınmasıyla beraberbugünkü İspanya denilen ülkenintopraklarındayedinci yüzyılda bir Müslüman devleti kurulmuştur.Bu tarihe kadar,Avrupa Hristiyanlığı ile tek başına mücadele eden Yahudiler, İspanya’da bir Müslüman devleti kurulduktan sonra bunun içinde yer almışlar ve Endülüs devleti zamanla bir Yahudi-İslam uygarlığına dönüşmüştür.İspanya yarımadasına geçerken gemileri yakan Tarık BinZiyad, bu bölgede kalıcı bir İslam devleti kurulabilmesi için çaba göstermişve daha sonra da,İspanyanın bugün Anduluzya denilen merkezi bölgesinde, sekiz yüz yıl sürecek bir büyük İslam devletinin temellerini atmıştır.İberikYarımadasında kurulan İslam devleti kısa zaman içinde gelişerek bütün yarımadayı denetimi altına almış ve daha sonraki dönemlerde de Pirene dağları üzerinden düzenlediği çeşitli askeri akınlar ile Hristiyan Avrupa kıtasına yönelik birçok askeri seferi düzenleyerek, Avrupa kıtasında mutlak bir Hristiyan hegemonyasını önlemiştir. Endülüs devleti çatısı altında rahat bir yaşam sürdüren Yahudiler,hem bilim de hem de ticarette üstünlük göstererek Akdeniz merkezli dünya dönemindekıtasal gelişimleri doğrudan etkileyebilmişlerdir. Vatikan merkezli bir Hristiyan Avrupa Yahudileri kıtadan atmağa çaba gösterirken, bir de İberikYarımadasında büyük bir İslam devleti kurulunca bu planlarını gerçekleştirememişler ve daha sonraki aşamada seki asır boyunca Endülüs devleti üzerinden Avrupa kıtası ciddi bir Hristiyan ve Müslüman çekişmesi dönemine girmiştir. Müslüman Endülüs devleti savaşarak yayılınca ve kısa bir süre sonra imparatorluk olma düzeyine gelince, Avrupa kıtasındaki Hristiyan hegemonyası sınırlanmış ve Müslümanların sağlamış olduğudenge içindeYahudiler rahatlıklahem bilimdehem de ticarette öne geçerek, Orta Çağın karanlık döneminin aydınlığa kavuşabilmesi için çaba gösterebilme şansını elde etmişlerdir. Endülüs dönemi, bu nedenle Avrupa kıtası tarihindeyeni bir dönemin başlangıcı olarak da kabul edilmektedir. 

Sekiz yüzyıla yakın biruzunca süre içinde İberik yarımadasına bütünüyle egemen olarakAvrupa kıtasının batı bölgelerinde önemli bir imparatorluk kurma şansını elde eden Endülüsdevletiaynı zamanda büyük bir uygarlığı da insanlık alemine kazandırmasına rağmen gene, medeniyetler teorisi doğrultusundadağılıp yıkılmaktan kurtulamamış 1492 tarihi itibarıylaEndülüs devletinin Müslüman ve Yahudi dinine mensup bulunan vatandaşları gemilerle bu kıtayı terk etmek ve yarımadadan uzaklaşmak zorunda kalmışlardır. Müslümanları taşıyan gemilerin yakılmasıyla kurulan bu büyük devlet, sekiz yüzyıl sonrageneSeferad adı verilen gemi seferleri iletasfiye edilmiş ve Endülüs’ün Müslümanları Afrika kıtasının kuzey bölgesinetaşınırken, Endülüs Yahudileri deAvrupa kıtasının doğusunda yeni kurulmakta olan Osmanlı İmparatorluğunagene Seferad seferleri ile gemiler aracılığı ile getiriliyorlardı. Yedinci yüzyıldan on beşinci yüzyıla kadar devam eden bu güçlü devlet, tarihte görüldüğü gibiilerlemiş uygarlığına ve güçlü yapılanmasına rağmengene de çöküş sürecinden kurtulamıyor ve zamanla dağılma noktasına gelerek bütünüyle tarih sahnesinden siliniyordu. Tüm devletler gibi kendisini korumasına ve güçlü bir devlet ile ileri bir uygarlık düzeyine gelmesine rağmen, medeniyetler teorisinin ortaya koymuş olduğudevri daimin dışında kalamaması,çok önemli bir tarihsel dönüşüme neden oluyordu. Endülüs’ün çöküşü ile beraberEndülüs Yahudileri ile Orta Doğu Müslümanları, Osmanlı devletinin çatısı altında Balkan bölgesinde buluşarak, yıkılan Endülüs’ün uzantısı olarak Osmanlı imparatorluğunu Avrupa kıtasının bu kez de doğusundabir araya gelerek,Vatikan merkezli bir Hristiyan tekelciliğininya da dinsel bir fanatizmin Avrupa kıtasına egemen olmasının önüne geçiyorlardı. Bir anlamda Endülüs devletinin yarım bırakmış olduğu Hristiyan dinini dengeleme misyonu, daha sonraki aşamadaİspanyolYahudilerininBalkanlar’da Asyalı Türkler ve Orta Doğulu Müslümanlar ile birleşmesiyleoluşturulan Osmanlı İmparatorluğu aracılığıdevam ettiriliyordu.Hristiyan Avrupa kıtası sekiz asır boyunca batıdan Endülüs Müslüman devleti ile dengelenirken, sonraki aşamadabu kez yedi yüz yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu üzerinden debenzeri misyon yerine getiriliyordu. 

Dünya siyasal tarihi açısındanEndülüs kavramının önemi hem bir devlet hem de bir uygarlık olarak önemli yere sahiptir. Ne var ki, asıl Endülüs denilince hatırlanan olgu bu büyük devletin ya da uygarlığın çöküş öyküsüdür. Avrupa kıtasınındenizlere ve okyanuslara açılangüneybatı bölgesinde böylesine büyük ve zengin bir devlet olarak kurulmuş olan bu imparatorluk nasıl oldu daçökme aşamasına geldi sorusuhem siyaset bilimini hem dedevletteorileriniyakından ilgilendirmiş, bu sorunun cevabıçeşitli yönleri ile araştırılırken,medeniyetler teorisinin oluşumunaEndülüs deneyimi önemli ölçülerde ciddi birbilgi birikimi kazandırmıştır.Bir devletin zaman içinde güçlenerek kendi zamanının en önemli siyasal merkezi ya da gücü konumuna gelmesiüzerinde durulması gereken bir konu olmasına rağmen, aynı devletin zaman içerisinde zayıflayarak kısa bir süredeçökme ya da dağılmanoktasına gelmesi debu konudan daha fazla öneme sahiptir çünkü var olan bütün devlet yapıları değişen koşullarda kendilerini yenileyerek yola devam edebilmenin yollarını aramaktadırlar.Orta çıkan yeni koşullar siyasal dengeleri değiştirdiği gibi, daha güçlü yeni devlet yapılanmaları da ortaya çıkarabilir ve bu gibi durumlarda eski devletler zorda kalarak ya dağılmak ya da parçalanmakdurumunda kalabilmektedirler.OswaldSpengler gibi, medeniyetler teorisi üzerine kitaplar yazmış ya da teoriler geliştirmiş düşünürler, tarihteki olayları geleceğe dönük olarak yorumlarlarken, Endülüs olgusu önemli birbilgi kaynağı ya da çıkış noktası olmaktadır. Endülüs deneyimi bilinmeden ve iyice değerlendirilmeden, hiçbir devlet geleceği ile ilgili güvenli bir çözüm üretemez. 

Avrupa’nın batısındaki İberik yarımadasındayedinci yüzyıldan on beşinci yüzyıla kadar süren birinci Endülüsdönemi yaşandığı gibi, Endülüs sonrası dönemde deon üçüncü yüzyıldan yirminci yüzyıla kadar devam edenOsmanlı İmparatorluğu dönemi yaşanmıştır. Osmanlılar tıpkı Endülüslerin batı Avrupa’da oluşturdukları gibi doğu Avrupa’da bir devlet düzeni kurmuşlar ve sürekli olarak Vatikan merkezli Hristiyan Avrupa ileçatışarakya da savaşarakyirminci yüzyılın başlarına kadar hegemonyalarını sürdürebilmişlerdir.Ne var ki, yirminci yüzyıla girerken önce Balkanlar bölgesinde iki büyük savaş döneminin yaşanması ile Osmanlı hegemonyası Avrupa toprakları üzerinde sona ermiş, daha sonraki aşamada dünyanın merkezini ele geçirme kavgası doğrultusunda Anadolu yarımadası üzerinde de, Birinci Dünya Savaşı ortaya çıkmış ve çeşitli cephelerdeki savaşların kaybedilmesi üzerine deOsmanlı İmparatorluğu tıpkı Endülüs devletiçökerekbitme noktasına gelmiştir.Hristiyan ve Müslüman dünyaları arasındaki çekişmelerde Avrupa’nın Hristiyan bütünlüğü karşısında bir denge sağlamak üzere gündeme gelen Endülüs ve Osmanlı devletlerininbenzeri bir akıbetten kurtulamamaları , tarih ve siyaset bilimleri açısından karşılaştırmalı olarak incelenmesi gerekenönemli birsorun olarak ortaya çıkmaktadır. Bir anlamda ikinci Endülüs vakası Balkanlar’da yaşanmıştır. Endülüs devleti asıl merkezi olanİberik yarımadasının göbeğindekiAnduluzya’da egemenliği elinden kaçırınca, Endülüs vatandaşı olan Müslümanlar ve Yahudiler İberik yarımadasından kovulmuşlardır.Benzeri bir biçimde, Osmanlı devleti deBalkan savaşlarını kaybederek çökme noktasına gelince,Balkan yarımadasından Osmanlı Müslümanları ile Yahudiler gene aynı şekilde kovulmuşlar ve her iki grup da Osmanlı imparatorluğunun arka ülkesi olan Anadolu yarımadasına gelerek, bu ülkedeikinci bir kurtuluş savaşı vererek o dönemin çağdaş koşullarına uygun bir ulus devlet modeli ortaya koyabilmişlerdir.Batı Avrupa’nınemperyalHristiyan devletleri gene Endülüs dönemindeki gibi dinsel fanatizme yönelerek, Avrupa kıtasını Müslümanlardan ve Yahudilerden temizleme harekatına kalkışarakve Osmanlı ahalisini Balkanlar’dan Anadolu’ya doğru kovarak, Avrupa kıtasını gene sadece Hristiyanlara mal etmek istemişlerdir.Tarih bir anlamda yedi asır sonra tekerrür edince,on beşinci yüzyılda Avrupa kıtasının batısından kovulan Müslümanlar ve Yahudiler, beş yüz yıl sonra yirminci yüzyılda daAvrupa’nın doğu bölgesindeki Balkan yarımadasından kovulmak durumunda kalmışlardır.İberik yarımadasında yaşanan etnik kovulma ve süpürme operasyonunun bir benzeri Balkan yarımadasında yirminci yüzyıla girerken ortaya çıkmıştır. 

Endülüs olayı, medeniyetler teorisi açısından bir çöküşün öyküsüdür.Endülüs gibi ileri bir uygarlığın çöküşe geçmesi ve bu uygarlığın dayanmış olduğu güçlü devletintasfiye edilmesinden çıkansonuçlardan eğer gerçekçi bir doğrultuda dersler alınabilseydi, Balkanlar’da ikinci bir Endülüs olayının yaşanması önlenebilir ve böylecemerkezi coğrafyanınbeş bölgesini hegemonyası altında tutabilen büyük ve güçlü Osmanlı İmparatorluğunun yoluna devam etmesi sağlanarak, büyükbir çöküşün ikinci kez Balkan yarımadasında ortaya çıkması önlenebilirdi.Osmanlı devleti de tıpkı Endülüs devleti gibikuruluş,gelişme ve büyüme dönemleri yaşadıktan sonraduraklama ve gerileme aşamalarına doğru sürüklenmiş ve sonunda çöküş ile bitme noktasına gelmiştir.Anadolu’nun batı bölgesinde dünya sahnesine çıkan bu büyük cihan imparatorluğu Balkanlar elden çıkınca gene aynı topraklara geri dönerek bir var olma savaşına doğru sürüklenmiş ve devletin çöküşü önlenemeyincegeride kalan ahali bir ulusal kurtuluş savaşı zaferi kazanarak, Balkanlar sonrasında Anadolu ‘dabir büyük ulus devlet kurulabilmiştir. Osmanlılar da tıpkı Endülüslüler gibi güçlü ve uygar olmalarına rağmen çöküş sürecinin önlenemeyen kurallarından kurtulamamışlar, büyüme dönemi sona erince duraklama ve gerileme dönemleri birbiri ardı sıra yaşanmış ve sonundabüyük savaşlar ile çöküşe giden yol hızlanmıştır. Balkanlar’da gerçekleşen ikinci Endülüs faciası da,medeniyetler teorisinin kurallarınauygun bir doğrultudayaşanmış ve böylece ikinci kez Müslümanlar ile Yahudiler Avrupa toprakları dışına atılmışlardır. Avrupa toprakları Yahudiler ve Müslümanlardan temizlenince bunların yerineküçük küçük Hristiyan devletçikleri kurularak,Batı Avrupa’nın emperyal büyük Hristiyan devletlerinin hegemonyasına Avrupa kıtasının doğusu da terk edilmiştir. Osmanlı’nın Balkanları terk etmesiylebatı Avrupalılar kıtanın doğusundaki Yahudilerin bütünüylebölge dışına çıkartılmasını sağlayacak bir senaryoyu da ikinci dünya savaşı döneminde Hitler Nazizmi ile uygulamaalanına getirmişlerdir. Ulus devletler çağında kendi ulus devletlerini Avrupa topraklarında kuramayanYahudiler de bu sürece tepkiolarakkendi devletlerini, kutsal topraklar olarak ilan ettikleri Orta Doğu’nun ortalarındakurabilmişlerdir. 

İberik yarımadasındabirinci Endülüs çöküşünün yaşandığı gibi ikinci Endülüs çöküşü de, Balkanlarda Osmanlı’nın bitişi ile gerçekleşmiştir. On üçüncü yüzyıldan yirminci yüzyıla kadar, Kafkasya’dan Viyana önlerine, Kırım’dan Kıbrıs’a, Rusya’danMısır’a, Bağdat’tan Budapeşte’ye kadar at sırtında merkezi bölgenin güvenliğini sağlayan bir devlet olarak, Osmanlı İmparatorluğunun da normal koşullarda devam etmesi veher türlü gerileme ya da çöküş süreçlerinin önlenmesigerekirdi. Ne var ki, gene buradamedeniyetler teorisinin acımasız ve katı kuralları devreye girmesiyle, Endülüs sonrasında ikinci bir uygar devletin çöküşüne giden yolun açıldığıgörülmektedir. Bu nedenle, Endülüs devletiniönünü kesen vebu büyük uygarlık devletini çöküşe götürengelişmelerin iyi bir değerlendirmesinin yapılması gerekmektedir. Endülüs devleti yoluna devam ederken ne gibi olumsuz gelişmeler ile karşı karşıya kalındı, neden bunlar önlenemedi veçöküşe giden süreç durdurulamadıgibi sorularıneldeki bilgiler ile değerlendirilmesi ve bilimsel açıdan daeleştirilerinin yapılması, medeniyetler teorisininbilimsellik kazanabilmesi açısındanyararlı olacaktır. Bu gibi değerlendirmelertamamlandıktan sonra, Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünün ve Balkanlar’dan geri püskürtülmesinin koşullarının ya da sonuçlarınınEndülüs uygarlığının çöküşü ile benzerliklerinin olup olmadığıanlaşılabilecektir. İkisi de sekiz yüzyıla yakın bir süre yaşamış olan bu büyük imparatorlukların ya da uygarlıkların çöküşleri arasında ki benzerliklerin bulunması, insanlık tarihinin daha iyi anlaşılabilmesine yardımcı olabilecektir. Büyük devlet olmanın ya da ileri düzeyde bir uygarlıkaşamasına gelebilmenin hiçbir devleti çöküşten kurtaramayacağınıEndülüs olayı açıkça ortaya koymuş ve bu durum Balkanlar’dan Osmanlı’nın kovulmasıyla beraber ikinci kez tarih önünde de doğrulanmıştır. Üç büyük din arasındaki çekişmede Avrupa kıtası ile beraber merkezi coğrafyanın kimin kontrolü altında olacağı sorusu, ortaya hem Endülüs hem de Osmanlı’nın çöküş senaryolarını çıkarmıştır.Hristiyanlar ile Yahudiler arasında yaşanan dünyayı yönetme yarışında Müslümanlar sürekli olarak kullanılmışlar, hem askerlikhem dedevlet yükünü taşıyan bürokrasi Müslümanların sırtınayüklenirken, her dönemde Yahudiler ticareti ve ekonomiyi kendi denetimleri altında tutarak zenginliğin temsilcisi olabilmişlerdir. Devletlerin çöküşleri ticaret ve ekonomiyi fazla etkilememiş, aradan geçen zaman dilimleri çerçevesindeekonomik ve ticari ilişkiler farklıyönlerdegelişebilmiş ve bu durumun doğal sonucu olarak dagündeme yeni model devlet tipleri gelmiştir. Ekonomik ilişkiler üzerinden dünya ekonomisi ve ticari ilişkiler ayarlanırken, ortaya çıkan farklı koşullardaeski devlet modelleri eskimiş, yerinedaha farklı konumlarda siyasal örgütlenmeler gelince eskisinden çok farklı devlet yapılanmaları eski devletlerin topraklarının üzerinde gelişmeler göstermiştir. Endülüs devleti yıkılınca, yeriniKastilya krallığının oluşturduğu Hristiyan İspanya devleti almış,İberik’de kalanYahudiler ise,Vonverso adı altındadinlerinden dönerekHristiyanlığayönelerek bunun yanı başında bir Portekiz devleti oluşturmuşlardır.Balkanlar’daki ikinci Endülüs olan Osmanlı devletinin çöküntüsü üzerineOsmanlının Avrupa toprakları üzerinde batı Avrupa’nın büyük devletlerinin denetiminde küçükHristiyan devletçikler tarih sahnesine çıkmıştır. İkinci Endülüs sonrasında daçöken büyük devletin yerini küçük devletçikler almıştır. 

Müslümanlar ve Yahudiler,birinci Endülüs çöküntüsü ile önce Batı Avrupa topraklarından, BalkanlardakiOsmanlı çöküşü üzerine gündeme gelen ikinci Endülüs çöküntüsünden sonra daAvrupa kıtasının doğu topraklarından kovulmuşlardır. Daha sonraki aşamada Hitler Nazi yönetimi sırasında geri kalan Yahudileri de Avrupa topraklarından atarak, bugünün İsrail oluşumuna giden yolu açmıştır. Ne var ki, Avrupa kıtası ile İsrail arasında kalan Anadolu yarımadasında Osmanlı sonrasında Türkler ve Müslümanlar bir orta boy Türk devleti kurmuşlar ve Balkan Yahudilerinin bir kısmı da, Türkleşmeyi kabul ederek bu devletin çatısı altında eşit vatandaş olarak yaşama hakkını elde etmişlerdir. Balkan savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Osmanlı devletini ortadan kaldırınca, bu devletin merkezi topraklarında bir Türk ve İslam devleti olarakTürkiye Cumhuriyeti ortaya çıkmış,eski Roma ve Bizans döneminden kalarak uzun süre Osmanlı ülkesinde yaşamlarını sürdüren Hristiyan ve Musevigayrimüslimlerde bu çağdaş cumhuriyet devleti çatısı altında yerlerini almışlardır. Ne var ki, Roma İmparatorluğununmerkezi coğrafyaya gelişinden sonra başlayan üç büyük din arasındaki çekişme, iki bin yıllık Milat sonrası tarih dönemindetırmanarak devam etmiş, Endülüs ve Osmanlı gibi iki büyük devlet ve uygarlık bu yüzden çökerektarih sahnesinden silinmiştir.Şimdi bu iki bin yıllık kavganın yeni dönemdede devam ettiği görülmekte, bir yandanFener Rum patrikhanesinin öncülüğündeYeni Bizans Projesidevreye sokulurken, bu kezOrta Doğu’da kendi devletlerini kurmuş olan Yahudilerin, İspanya ve Balkanlar’da kovuldukları gibi kovulmamak üzere, kurmuş oldukları küçük devletlerini büyüterekbütün eski Osmanlı topraklarını Büyük İsrail devleti çatısı altında bir araya getirmeğe çalıştıkları anlaşılmaktadır.Eski Bizansarayışları ,Vatikan üzerinden merkezi coğrafyaya Fener Rum Patrikhanesinin işbirlikçiliği ilemerkezi topraklarda gerçekleştirilmeğe çalışılırken, Siyonizm ile üç büyük dinin çıktığı kutsal Orta Doğu topraklarını kendi vatanı ilan eden Yahudilerin , bir büyük Siyonist imparatorluğa Büyük İsrail Projesi ile yöneldikleri ve bunu da ABD gibi süper birdevletin gücünü lobileri aracılığı ilekullanarak yapmağa çalıştıklarıgörülmektedir. 

Büyük İsrail’in uzantısı olan Büyük Orta Doğu Projesini gerçekleştirmek üzere merkezi topraklara gelmiş olan Amerikan askeri gücü, bütün eski Osmanlı ülkelerine yerleşmeğe çalışırken,NATO üzerindenTürkiye’nin merkez ülke olarak kullanıldığı göze çarpmakta veBüyük Orta Doğu ya da Büyük İsrail projelerine doğru çeşitli adımlar bir plan dahilinde atılırken, üçüncüEndülüs olgusunun bu kez Anadolu toprakları üzerinde gündeme getirilmeğe çalışıldığı açıkça göze çarpmaktadır.Osmanlı sonrası için Türk ve Müslümanların çoğunlukta bulunduğu bölgeleri tek bir ulus devletin çatısı altında birleştirerek merkezdeki otorite boşluğu alanını doldurmak üzere uygulama alanına getirilmiş olanMisak-ıMilliuygulamasınınKuzey Irak ve Kuzey Suriye bölgeleri üzerindenABD ve İsrail ikilisince zorlandığı, Balkanlar’da uygulanmış olanSevr projesininAnadolu üzerinden Orta Doğu’ya taşınarakAnadolu’da yerleşmiş olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin ortadan kaldırılmağa çalışıldığı anlaşılmaktadır.Endülüs ve Osmanlı döneminde Hristiyan Avrupa’nın hedefinde Yahudiler ve Müslümanlar birlikte yer aldığı için, birinci ve ikinci Endülüs’ün benzer yanları daha çoktur.Şimdi gelinen aşamada Anadolu yarımadasında Mısak-ı Milli sınırları üzerindeyaşanmakta olan üçüncü Endülüs çöküntüsündebu kez Türkler ve Müslümanlar hedefte yer almakta, Yahudiler ise asıl devletleri olan İsrail kurulduğu için bu kez Müslümanlar ile birlikte hareket etmemekte amaİsrail’in yanında yer alarak Amerika Birleşik Devletlerinin askeri ve ekonomik gücünün Büyük Orta Doğu görünümünde büyük İsrail içinkullanılmasınıbatıcı ve liberal görünerek desteklemektedirler.Anadolu’da birbüyük çöküntü dıştan güdümlü olarak yaşatılmakta , AvrupalıFener Rum Patrikhanesi işbirlikçiliğindeHristiyanlar Yeni Bizans Projesi üzerinde yoğunlaşırken, Amerikan HristiyanlarıSiyonist Evanjelik tarikatının öncülüğünde ,Büyük İsrail projesine yönelerek, Türkiye’de yaşayan Yahudileri de bu projede işbirlikçi olarak kullanmaktadırlar. Yahudilerin bir kısmı Atatürk Cumhuriyetinde kalarak Kemalist Cumhuriyetrejiminidesteklemelerine rağmen, büyük çoğunluğunun Siyonist İsrail’e teslim olarak hareket ettikleri görülmektedir. Anadolu’da üçüncüEndülüs yaşanırken, Müslümanlar ile Yahudilerin bu kez yollarının ayrıldığı ortaya çıkmakta, birinci ve ikinci Endülüs çöküşleri sırasında Hristiyan Avrupa’ya karşı Müslümanlar ile dayanışma içine giren Yahudilerin bu kez Siyonist İsrail’in öncülüğünde bu küçük ülkenin merkezinde yer aldığıçeşitliyeni uygulamalara angaje oldukları anlaşılmaktadır. 

Küreselleşme ile beraberOrta Doğu ülkelerine saldıran Atlantik emperyalizmiile Siyonizm ittifakı, Anadolu topraklarında üçüncü Endülüs çöküşünüörgütlemekte, Türk devletinin çözülmesine ve çöküşüne giden yolda her türlü emperyalpolitikayıdıştan müdahale yolu ile gündeme getirerek,siyasal işbirlikçi kadroları aracılığıile sonuç almağa çalışmaktadır. Bir yandan bölücü terör demokratik görünümler altında desteklenirken, yerleşik Müslüman kesimlerin tepkilerini ortadan kaldırma doğrultusunda işbirlikçi yeni cemaatler oluşturulmakta ve bunlar aracılığı ile Müslüman tabanın tepkileri önlenerek halk kitleleri bütünüyle Siyonist ve emperyalist planlar doğrultusunda teslim alınmağa çalışılmaktadır.Cemaatlerholdingleştirilerek, kapitalist düzenin işbirlikçileri konumuna dönüştürülürken, dini cemaatler ve etnik topluluklar üzerinden yerelleşmeprojeleri devreye sokulmakta ve bunlar aracılığı ile yerel yönetimler görünümünde küçük eyaletler oluşturularak, küresel sermayenin daha doğrusu Siyonizm inkontrolü altındabir merkezi coğrafya Büyük İsrail hedefleri doğrultusunda gerçekleştirilmeğe çalışılmaktadır. Bu doğrultuda ulusal değerler yok edilirken, sermaye bütünüyle küresel emperyalizmin kontrolü altına alınmakta, ülkenin ulus devlet yapısı tasfiye edilirken, ülkeyi ve devletikoruyacak ya da savunacak ulusalcı kesimlersiyasi ve hukuki baskılar altında tutulmaktadır. İnsan haklarına aykırı birçok hukuki işlem ya da dava süreçleri, adil yargılanma haklarına ters düşülerek uygulanmağa çalışılmaktadır. Endülüs ve Osmanlı devletlerinin çöküşü sırasında görülen merkezin zayıflatılması operasyonu, başkentin İstanbul’a taşınması girişimleriyle gündeme getirilmekte,yerel yönetimler güçlendirilerek bölünme hızlandırılırken, bunları denetlemesi gereken güçlü merkez ortadan kaldırılarak üçüncü Endülüs çöküşünün Anadolu toprakları üzerinde gerçekleştirilmesinin önü açılmaktadır. Ülkenin başka bölgelerindeki kentler başkent ilan edilerek, başkent Ankara’daki merkezi devlet yapılanmasıtasfiye edilmek istenmektedir. Endülüs ve Osmanlı başkentlerinde yaşanan çöküş sürecine bugünün Türk devletinin merkezi olan Ankara’darastlanmaktadır. Başkent Ankara’nın bugünlerde Pompei’nin son günleri gibi bir döneme sürüklendiği açıkça göze çarpmaktadır. 

Endülüs devletinde merkezin zayıflamasıyla başlayangerileme, daha sonraki aşamadataht ve iktidar kavgaları ile devam edip gitmiş ve bu durumun sonucundadevletinbaşkenti ülkeyi yönetemez hale gelmiştir. Merkezin zayıflaması üzerine, tıpkı bugün Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde görüldüğü gibi merkezden kopma, ayrı bir etnik ya da dini cemaateyale oluşturma girişimleri İberik yarımadasında da gündeme gelmiş ve belirli bölgelerde kendiliğinden otonomi uygulamaları ortaya çıkıncaEndülüs devletinin dağılma süreci hızlanmıştır. Endülüs devletinin temelde bir Emevi devleti olması ve sülale arasında bitmek bilmeyen iktidar kavgalarınınsürüp gitmesi, Endülüs devletini çöküşe götüren başlıca neden olmuştur.Ayrıca, Arap topluluklarındaçokça görülen kabile çekişmelerinin İspanya’ya taşınması da, Endülüs devletinin tam anlamıyla homojenbir topluma sahip olmasını önlemiş ve bu durumun sonucunda sürüp giden çekişmeler devletin iç çöküş ortamını hazırlamıştır.Ayrıca, Arnap toplumlarından taşınan tutucu ve bağnaz yaklaşımlar da Endülüs uygarlığını sarsmış ve bu uygar düzenin geleceğe dönük bir çizgide devam etmesinin önünü kesmiştir. Ayrıca Orta Doğu’dayaygın bir biçimde görülen mezhep ve tarikat çekişmeleri deEndülüs toplumunu sarsmış ve yaralamıştır. Bu ülkede yaşayan Yahudilerin, ticaret ve ekonomiye ağırlık vermesi yüzünden sahip olunan zenginlikler yurtdışına taşınmış ve bu devletin çatısı altında kazanılan para dışarıya kaçırıldığı için, Endülüs devletinin ekonomik çöküntüsüne giden yol kendiliğindenbu doğrultuda açılmıştır. Zenginliklerin dışarıyataşması sonucunda, Endülüs uygarlığının dışa doğru bir açılım yaşamasına neden olmuş, bir anlamda Endülüs devleti Orta çağın karanlık dönemlerinde Avrupa kıtasının daha sonralarıaydınlanma ya yönelmesindebaşlıca etki sağlayan merkez olmuştur. Zenginliklerin bir kısmı dışarıya kaçırılırken, saray hayatına büyük zenginliklerin bir kısmının girdiği görülmüş, yaşanan zenginlik dönemlerinde Endülüs sarayınıniyice ahlak açısından çöktüğü görülmüştür. Zenginliğin rahatlığına dalan Endülüs Emevihükümdarları, doğru dürüst devleti yönetemez hale gelmişler, çöküşe giden yoldaçok büyük olumsuzlukların devlet yönetimini bozmasına yol açmışlardır. Ayrıca devletin sınırlarının genişlemesi üzerine de merkezi yönetimin zayıfladığı ve ülkenin her bölgesini yönetemez bir zayıflama noktasına geldiğini göstermiştir. Para kazanma hedefi Endülüsdevletini esir alınca, giderek genişleyen ekonomik ilişkileringetirdiği zenginlik ile beraber Endülüs devletindeİslam dininin ahlak kurallarını ortadan kaldırmıştır. Ekonomik hedeflerin öne geçmesi üzerine bozulan devlet yönetimibir türlü yerine oturtulamamış,Endülüs’lü Yahudi tüccarlar bütün Akdeniz’ibir anlamda kendi ekonomik havuzlarına dönüştürürlerken, devletlerini ihmal ederekEndülüs üzerinden sahip oldukları zenginliklerini dışarıya taşımışlar ve böylece de Endülüs’ün çöküşüne giden yolda öncülük yapmışlardır. Devletin ekonomik olarak zayıflaması üzerine, halkın gereksinimleri karşılanamamış ve bu durumun sonucunda da Endülüs ülkesinde yaşamlarını sürdürmekte olanhalk topluluklarının bir kısmı ayaklanarakdevletin dağılmasına yardımcı olmuşlardır. Benzeri durumların Osmanlı devletinde de öne geçmesi üzerine, bu büyük devletde tıpkı Endülüs devleti gibi çöküş sürecine sürüklenmiştir. Bu yüzden, Osmanlı devletinin çöküşü ikinci bir Endülüs olgusu olarak tanımlanmaktadır. 

Yirmi birinci yüzyılınbaşlarında, Anadolu toprakları üzerinde kurulu bulunan Türkiye Cumhuriyeti’nin de yaşanan tarihin ortaya çıkardığı yeni gelişmeler ve olaylar üzerinebir anlamda üçüncü Endülüs çöküş senaryosuna alet olduğunu göstermektedir. Değişen dünya koşullarında, emperyalizmin gündeme getirmiş olduğu yeni dünya düzeni planları ya da merkezi coğrafyayı ele geçirme projeleri aracılığı ile dışarıdan körüklenen gelişmeler sonucunda Türkiye Cumhuriyeti devleti de tıpkı Endülüs ve Osmanlı devletleri gibi bir çöküş dönemine doğru zorlanmaktadır. Endülüs ve Osmanlı devletlerindeMüslümanlar ve Yahudiler ortak hareket etmişlerdir ama bugün Türkiye7de bu ortaklığın devam etmediği ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşamakta olan Yahudi nüfusun önemli bir kesimininSiyonist Büyük İsrail projesine, Avrupa ve Amerika gibi batılı merkezler üzerinden angaje oldukları anlaşılmaktadır. Endülüs ve Osmanlı devletlerinin çöküşünü, Yahudi ve Müslüman birlikteliği durduramamış ve çöküş kaçınılmaz olarak yaşanmıştır. Bugün gelinen noktada, Anadolu toprakları üzerinde üçüncü bir Endülüs çöküş senaryosu Siyonizm ve emperyalizm destekli olarak geliştirilirken,Anadolu’daki Türk devletiningeleceği artık Yahudilerin desteğinden çıkmaktavekomşu devletler ile diğer dünya devletleri arasında geliştirilecek işbirliği ve dayanışma politikalarına bağlı görünmektedir.Türkler Anadolu’da bu kez yalnız bırakılırken, Adriyatik’ten Çin Seddine uzanan Türk dünyası kendiliğinden devreye girmekte,yeni yetme İslamcı tarikatlarAtlantik emperyalizmi ve İsrail Siyonizm’i destekli,Büyük Orta Doğu ya da Büyük İsrail için kullanılırlarken,dünyanın ortasında bağımsız devlet olarak şimdiye kadar ayakta kalabilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti, önümüzdeki dönemde Türk dünyası ile yakınlaşarak varlığını güçlendirecek,Yahudiler ile Müslümanlar arasındaki geleneksel Hristiyan karşıtı ittifakın dağılmasından meydana gelen siyasal boşluk, hem komşu devletler hem de Türk dünyası ile yakınlaşılarak doldurulacak ve böylece, Anadolu’da gerçekleştirilmek istenen üçüncü Endülüs çöküşüne izin verilmeyecektir.

AMERİKA’NIN OSMANLI İMPARATORLUĞU "Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN" -ABD’nin çok acelesi olduğu ve bir an önce harekete geçerek yeni dönemin planı ile ilgili ilk adımların atılmak istendiğini ve bu doğrultuda Türkiye’de seçimler ile ilgili heyecanlı ortamın geçmesini bile bekleyemeden hiç beklenmedik bir aşamada ABD başkanının Türkiye’ye geleceği artık belli olmuştur. (28 Eylül 2010)

AMERİKA’NIN OSMANLI İMPARATORLUĞU 

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Ankara: 28 Eylül 2010
Türkiye bir yerel seçim heyecanını yaşamanın hemen ötesinde, dünyanın süper gücü olan bir devletin başkanını ağırlamak durumunda kalıyor. Seçimlerin nasıl sonuçlanacağı ve bu sonuçların Türkiye’nin geleceğini nasıl belirleyeceği daha tam olarak belirlenmeden, Türkiye dünyanın en güçlü devletinin yeni seçilen cumhurbaşkanını ağırlamak zorunda kalması üzerinde Türk kamuoyunun daha yeterince düşünme şansı olmamıştır. Yerel seçimlerin beklendiği gibi ya da beklenenin tamamen aksi bir durumda sonuçlanmasının nasıl bir ortam yaratacağı belli olmadan, Amerikan devlet başkanının Türkiye’yi ziyaret için kesin bir tarihi seçimlerden uzun bir süre önce resmen açıklaması, günümüzün süper gücünün yeni başkanı ile beraber yepyeni bir dönem açmak istediğini ve bu dönem ile ilgili olarak hazırlanan yeni ABD planının hiç zaman yitirmeden uygulamaya konulmak istendiğini açıkça göstermektedir. ABD’nin çok acelesi olduğu ve bir an önce harekete geçerek yeni dönemin planı ile ilgili ilk adımların atılmak istendiğini ve bu doğrultuda Türkiye’de seçimler ile ilgili heyecanlı ortamın geçmesini bile bekleyemeden hiç beklenmedik bir aşamada ABD başkanının Türkiye’ye geleceği artık belli olmuştur. 

Küreselleşme döneminde dünyanın en zengin yedi ülkesiyle beraber bir zenginler kulübü kuran ABD, Rusya’yı da bu birliğin içine katmış ve eski düşmanı ile aynı kulübün ortaklığı içine girerek geleceğe dönük bir yeni yapılanma çabası içine giren ABD, kendisiyle beraber Fransa, İngiltere, İtalya, Almanya, Kanada, Japonya ve Rusya ‘yı da yanına alarak yeni bir dünya düzeni kurmak için yoğun bir çaba içerisine girmiştir. Eski ideolojik düşmanı Rusya’yı G-8 ülkeleri içine alarak işbirliğine çekmek isteyen ABD , bu zenginler kulübü aracılığı ile yeni dünya düzeni oluşturma işini tam olarak başaramamıştır çünkü bu ortaklığa tam olarak bağlı kalmamış ve kendi başına bir sürü atraksiyona girişerek bütün dünyayı bir kaotik ortama sürüklemiştir. Batı kapitalist sisteminin bütün dünyaya yayılması için zenginler kulübü yetersiz kalmış, zengin ülkeler arasındaki rekabet ve çekişme yarışları nedeniyle, bir bütünsellik içerisinde küreselleşme süreci tamamlanamamıştır. Dünya kapitalizminin patronlar kulübü, ABD’yi kullanarak kendi çıkarlarını diğer zengin ülkelere dayatmışlar, bu nedenle de Amerikan devleti patronlar ile diğer zengin ülkeler arasında sıkışıp kalmıştır. G-8 kulübünün başarısız kalması durumunda ABD ciddi bir prestij kaybetmiş, zengin ülkeler arasında giderek tırmanan güvensizlik batı merkezli kapitalist sistemin küresel alanda yayılmasını gerçekleştirememiştir. Bu aşamada küreselleşme dönemi bitmiştir . 

ABD kendi patronluğunda bir küresel emperyalizmi zengin ülkelerle işbirliği yaparak gerçekleştiremeyince bu kez, Atlantik hegemonyasına karşı çıkmak durumunda kalan dünyanın önde gelen yirmi büyük ülkesinin G-20’ler adı altında bir araya gelmelerini sağlamış ve G-8 sistemi çalışmadığı zamanlarda, buna alternatif arayışlarını zengin ülkelerin ötesinde dünyanın ikinci planda kalan yirmi büyük ülkesiyle birlikte sürdürmeğe çalışmıştır. Soğuk savaşın karşı kutup patronu Rusya, zengin ülkeler kulübünde kafa kola alınırken, geleceğin büyük ülkeleri ve yeni kutup başı adayları da G-20 ler arasına alınarak, ABD merkezli diyaloglar sürdürülmüş ve zenginlerin işbirliğinin yetersiz kaldığı aşamalarda, ikinci derecedeki büyük ülkeler ve geleceğin kutup merkezi olmağa adayları ile dünya ilişkileri yeni bir düzene kavuşturulmak istenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti dünyanın onyedinci büyük ekonomisi olarak G-20 ülkeleri arasına alınmış, zenginler kulübüne alternatif olarak oluşturulan zengin olmayan büyük kulüpler arasında kabül edilmiştir. Şimdi, yeni ABD başkanı ilk uluslarası toplantısını G-20’lerin Londra zirvesinde yaparak, bunun hemen ertesinde de Türkiye’ye gelecektir. Yeni dönemde ABD süper güç konumunu koruma doğrultusunda artık G-20 ülkelerine daha fazla ağırlık verecek gibi görünmektedir, çünkü kendisine yeni rakipler olarak çıkan Briç ülkeleri bu grup içerisinde yer almaktadır. Dünya Ticaret Örgütünde zenginlere karşı çıkan Brezilya,Rusya,Hindistan ve Çin artık yeni kutup merkezleri olarak ortaya çıkmaktalar ve bu doğrultuda işbirliği yaparak batı merkezli bir küresel hegemonya planına karşı direnmektedirler. ABD, G-8 dayanışmasıyla yeni dünya düzeni kuramayınca, bu kez yeni kutup merkezi adayları ve ikinci derecedeki büyük ülkeler ortaklığına G-20’ler örgütlenmesiyle yönelmiştir. G-20’ler ‘in Londra zirvesinin yeni bir başlangıcın ilk adımı olacağı ve bunun hemen ertesinde zenci başkanının Türkiye ziyareti ile bu doğrultuda ikinci adımın atılacağı anlaşılmaktadır. 

ABD, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Washington’u işgal etmiş olan Siyonist lobilerin yönlendirmesiyle, İsrail’in peşinden sürüklenerek Orta Doğu’ya gelmiş ve haksız saldırı ve işgal savaşlarıyla Irak’ta 1.5 milyon masum insanın ölmesine neden olmuştur. Aileden gelme bir Evanjelik olan eski başkan Bush döneminde bir anlamda siyonizmin ve bu akımın merkezi olan İsrail’in oyuncağı durumuna düşürülen koskoca Amerikan devleti, bu yüzden bir çok saçma sapan işlere alet olmuş ve İsrail haksızlığına ortak olarak, hem Birleşmiş Milletleri karşısına almış hem de bütün dünya kamuoyu ile ters düşmüştür. Böylesine olumsuz bir süreç, ABD’yi içinden çıkılmaz bir bataklığa sürüklemiş ve bu büyük gücün küresel dünya önderliği tehlikeye girmiştir. Onbin kilometre öteden gelerek dünyanın merkezi coğrafyasına İsrail’in güvenliği ve Siyonizm’in dünya hegemonyası planları doğrultusunda egemen olmak isteyen Amerikan devleti, tam anlamıyla bir başarısızlığa düşürülmüştür. Siyonistlerin dünyaya hakim olma çılgınlığı yüzünden, ABD en büyük müttefiklerinden birisi olan Türkiye Cumhuriyeti ile de ters düşmüş, İsrail’in güvenliği ve yayılması için Kuzey Irak’ta kurulmakta olan kukla devlet yüzünden Türkiye’yi kaybetme noktasına gelmiştir. Kuzey Irak’taki kukla devlet oluşumunun, Türkiye’nin güneydoğu bölgesine de taşınmak istenmesi, Irak’tan sonra Türkiye ‘yi de bölünme tehlikesiyle karşı karşıya bırakmış ve bu yüzden geleneksel Türkiye-ABD dostluğu tehlikeye girmiştir. Türk devleti kendisini bölecek bir projeye İsrail Siyonizm nedeniyle ABD baskılarıyla alet edilince ,soğuk savaş döneminde başlamış olan Türkiye–ABD müttefikliği kendiliğinden devre dışı kalmıştır. Yapılan kamuoyu yoklamalarına göre, Türk halkının ABD’ye olan güvensizliği yüzde doksanların üzerinde bir olumsuz durumu. göstermektedir. ABD’yi bu aşamada en çok rahatsız eden durumlardan biriside Türkiye’nin güvenini kaybetmesidir. Bu durumun tek sorumlusu olan İsrail ise gene bildiğini okuyarak yeni dönemde gene eskisi gibi ABD politikalarını kendi çıkarları için Türkiye üzerinden yürütebilmenin hesapları içinde görünmektedir. Siyonizm’in gözü karalığı eskisi gibi bir Türk-Amerikan dostluğunu zorlaştırmaktadır. 

Amerikan devletinin bu durumun farkında olduğu ve yeni dönemde Türkiye’yi tekrar eskisi gibi kazanabilmek amacıyla, İsrail’e daha uzak duran ama Türkiye’yi daha fazla düşünen politikalara yöneleceği gibi yaklaşımı öne çıkarmaktadır. İşte yavaş yavaş Amerikan kamuoyu bu doğrultuda oluşurken, yeni Amerikan başkanı Türkiye’ye gelmektedir. Amerikan toplumunda Neokonservatif Siyonist’lere teslim olan Cumhuriyetçi parti politikalarına karşı çıkan ABD halkının tercihi Demokratlardan yana olunca, ilk kez bir zenci asıllı başkan Demokratların iktidarın temsilen başkanlık koltuğuna oturmuştur. Ne var ki, seçimi Demokrat parti kazanmasına rağmen gene eskisi gibi siyonist kadroların Amerikan devletinin tepesindeki yerlerini muhafaza ettikleri görülmekte ve bu durum da geleceğe dönük barış ve güzel günler umudunu giderek azaltmaktadır. Bush döneminin savaş ve insan hakları suçlusu Neokonservatif kadrolar gitmedikçe, ABD’nin gerçekci bir barış politikası uygulayabilmesi son derece zor olacaktır. Harward mezunu avukatlıktan gelme bir zenci başkan, ABD’yi içine saplandığı bataktan kurtarmak üzere çaba göstermekte ve bu doğrultuda işbirliği yapmak üzere Türkiye’ye gelmektedir .Bu nedenle, ABD başkanının Türkiye ziyareti son derece önem taşımaktadır. ABD başkanı merkezi coğrafyada ilk olarak Türkiye’ye gelerek, bundan sonra Orta Doğu ve Avrasya’ya yönelik ABD politikalarında Türkiye’ye öncelik vereceğini ve Türkiye’yi bu bölgede kendisine en yakın partner olarak gördüğünü göstererek yeni bir barış dönemi gerçekleştirmeğe çalışmaktadır. 

ABD’nin merkezi coğrafyaya yönelen politikaları sürekli olarak Osmanlı İmparatorluğundan kalma otorite boşluğu alanının doldurulmasını sağlamaktır. Bu doğrultuda İsrail merkezli politikalar ile Büyük İsrail Projesi ya da bunun kamufle eden Büyük Orta Doğu Projesi için yirmi yıl boyunca uğraşılmış ama bir türlü sonuç alınamamıştır. ABD bu yüzden dünyadaki yerini ve gücünü kaybetme noktasına gelmiştir. Şimdi artık ABD, merkezi bölgeye Türkiye üzerinden yaklaşarak, Türkiye merkezli politikalar ile Osmanlı İmparatorluğu alanındaki otorite boşluğunu kendi kontrolu altında doldurmak istemektedir. Bu amaçla Yeni Osmanlı vizyonu piyasaya sürülmüş ve eski Osmanlı bölgelerinde Osmanlıcılık girişimleri Türkiye üzerinden başlatılarak, Osmanlı hinterlandına ABD’nin egemen olması hedeflenmiştir. Yeni Osmanlı vizyonu ile ABD Osmanlı boşluğunda bir yeni siyasal yapılanmaya gitmekte, bir anlamda Amerikanın Osmanlı İmparatorluğunu kurmaktadır. Osmanlı değerlerine bu doğrultuda dönüş medya ve basın aracılığı ile pompalanırken, Atatürk ve Cumhuriyet değerlerine karşı çıkılmakta, Osmanlı ülkeleri Türkiye üzerinden Amerikanın denetimi altına alınmak istenmektedir. Böylesine bir siyasal yapılanma, Avrupa Birliğinin Balkanlara yayılmasına, Rusya’nın güneye inmesine, Çin’in Orta Asya’ya girmesine, Arap Birliğinin kurulmasına, batıya karşı bir büyük İslam birliğinin gündeme gelmesine karşı düşünülmektedir. Türkiye üzerinden hem İslam dünyasına hem de Türk dünyasına yönelen oluşumlar başlatılmak istenmekte ve geleceğin çok kutuplu dünyasında, doğu bölgesinde ortaya çıkan Çin, Hindistan ve Rusya gibi kutup merkezlerinin Avrasya kıtasına girmesi, Türkiye üzerinden önlenmek istenmektedir. Türkiye’nin birinci dünya savaşı sonrasında gücünün kırılmasıyla meydana gelen otorite boşluğunun, Amerikanın Osmanlı İmparatorluğunun kurulmasıyla doldurulmak istenmesi, Türkiye Cumhuriyetinin Atatürk döneminden gelen devlet yapısına ve geleneksel bölge ağırlık dış politikasına ters düşmektedir. Türkiye’yi ziyaret edecek olan yeni ABD başkanının, yeniden Türkiye Cumhuriyetini kendi emperyal planlarına alet etmeden hareket etmesi ve Türk tarafını anlayarak Türkiye’nin de çıkarları doğrultusunda anlaşmaya yönelmesinde bölge barışı açısından zorunluluk vardır. Türkiye,ABD’nin yeni Osmanlı İmparatorluğu oluşturma planlarına alet olmayacak kadar güçlü ve birikimli bir devlettir. Yeni dönemde geliştirilecek Türk-Amerikan ilişkilerinde, Türkiye’nin de Atatürk’ten gelen bölge ağırlıklı politikalarının gündeme gelmesi beklenmelidir. Türkiye cumhuriyeti sahip olduğu Kemalist devlet modeli ile bölge ülkelerine öncülük ve merkezlik yapabilecek güce sahip olan bir devlettir. Amerikan yönetimi Türkiye’yi olduğu gibi kabul ederse, Türkiye’nin de ulusal çıkarlarına öncelik verecek bir bölgesel yeni yapılanmayı desteklerse, onbin kilometre öteden gelerek dünyanın merkezinde Amerikanın Osmanlı İmparatorluğunu kurmaya gerek kalmayacaktır. İsrail’in gücünün yetmediği bir Büyük İsrail Projesinin iflas ettiği bu aşamada, Atatürk’ün öncülüğünde bir Türkiye-İran ortaklığı ile ikinci dünya savaşı öncesinde gündeme gelmiş olan Sadabat Paktı ittifakı günümüzde yeniden hatırlanmalıdır. Daha önce gerçekleştirilmiş olan Bağdat paktı, Cento ve RCD gibi bölgesel oluşumlar çizgisinde , merkezi devletler topluluğu tıpkı Avrupa kıtasında olduğu gibi gündeme getirilmelidir. Böylesine bir bölgesel paktı desteklemek ABD’nin de çıkarlarına uygun olacaktır. Yeni Osmanlıcılık hayalleri ile Osmanlı coğrafyasında macera aramaktansa, bölge devletlerini Türkiye’nin öncülüğünde bir ittifaka yöneltmek dünya barışına hizmet edecektir. Amerikanın Osmanlı İmparatorluğuna gerek kalmadan merkezi coğrafyada hem terör hem de savaşlar böylece önlenebilecektir. İş, İsrail’in ve Siyonist lobilerin bu alternatife razı edilmesine kalmıştır. Bu aşamadan sonra ABD otoritesini İsrail üzerinde kullanarak,Türkiye merkezli bir barış yapılanmasını Orta Doğu’da desteklemelidir. (28.09.2010)

4 Ağustos 2018 Cumartesi

CUMHURİYETÇİ BİRLİK ÇAĞRISI & Cumhuriyetçi Birlik Hareketi Başkanı "Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN" (Yazım-Yayın Dağıtım Tarihi: 06 AĞUSTOS 2015)


CUMHURİYETÇİ BİRLİK ÇAĞRISI 
Cumhuriyetçi Birlik Hareketi Başkanı: Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN

Bizler , CUMHURİYETÇİ BİRLİK PLATFORMU üyeleri olarak , önümüzdeki 29 Ekim 2015 tarihinde 92. Yıldönümünü kutlayacağımız TÜRKİYE CUMHURİYETİ’nin , kurucu önderimiz Büyük Atatürk’ün cumhuriyetin genç kuşaklarına emanet ettiği çağdaş uygarlık çizgisinde , ilelebet var olabilmesi ve sonsuza kadar yaşayabilmesi için , uluslar arası konjonktürün Türk ulusunu içine sürüklemiş olduğu siyasal çıkmazdan Türk devletinin kurtulabilmesi amacıyla ,yeniden vatansever bir çizgide milli mücadele görevine çağırıyoruz .

Küresel emperyalizmin işbirlikçi ve mandacı bazı aydın kesimlerin aracılığı ile ikinci cumhuriyetçilik maskesi altında Türkiye’ye girmesi ve sermaye çevrelerinin dışa açılma bahanesi ile böylesine bir dönüşümü desteklemesi yüzünden , Türkiye Cumhuriyeti büyük bir siyasal çıkmazın içine girmiştir . ABD yönlendirmesiyle küreselleşme , Avrupa ülkelerinin öncülüğünde Avrupa Birliği ve İsrail’in zorlamalarıyla Büyük İsrail projeleri ,Atatürk’ün bizlere miras olarak bıraktığı cumhuriyet devletini fazlasıyla sarsmış ve zayıflatmıştır . Soğuk savaş yıllarında ABD-Avrupa Birliği ve İsrail üçgeninde bir batı emperyalizmi kıskacına sokulan Türk devleti , çeşitli küresel ve bölgesel projelerin batı dünyasından zorla dayatılması nedeniyle küçülerek tasfiye edilme aşamasına getirilmiştir . Dış merkezli emperyal oyunlara Türkiye alet olurken , hegemonya peşinde koşan batılı devletler ve şirketler ile yakınlık içine giren işbirlikçi ve mandacı kesimler ,fazlasıyla zenginleşerek ülkenin yeni patronu konumunda oligarşik bir düzen yaratmışlardır ..

Eski Nato komutanlarının dile getirdiği gibi , önümüzdeki beş yılda merkezi coğrafyadaki on devletin yıkılacağı açıkça ifade edilirken , Türkiye’nin de Orta Doğulu komşuları ile birlikte toplu bir yok olma senaryosuna feda edileceği görülmektedir . Değişim kılığında öne sürülen yıkım projeleri ile her geçen gün Türkiye Cumhuriyeti batılı emperyalist güçlerin daha fazla etkin konuma geldiği bir yarı sömürge ülke durumuna getirilmiştir . Dünyanın merkezi gücü olan Osmanlı İmparatorluğu önce yarı sömürge konumuna getirilmiş ve daha sonra da teslim alınarak tasfiye edilmiştir . Bugün aynı oyun Osmanlı sonrasında bir ulusal kurtuluş savaşı verilerek kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetine karşı oynanmak istenmektedir . Osmanlı İmparatorluğu yarı sömürge konumundan kurtulabilmek için son yüzyılında büyük modernleşme hamlelerine girişmiş ama dış müdahaleler yolu ile bunlar önlenerek , merkezi imparatorluğun çöküşü gerçekleştirilmiştir . Dün merkezi imparatorluğu çökerten batılı emperyalistler, bugün de Osmanlı topraklarında kurulmuş olan ulus devletleri iç karışıklıklar ve savaşlar yaratarak ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadırlar . Arap baharı girişimleri beraberinde yeni terör olayları ve iç savaşlar yaratarak , bu yönde merkez ülkelerin tasfiyesini hızlandırmıştır .

Uluslar arası gelişmeler doğrultusunda ,reform isteyen ikinci cumhuriyetçiler, mandacı işbirlikçiler , alt kimlikçi federasyoncular , ılımlı İslamcı görünen şeriatçılar ile emperyalizm ve Siyonizm ile her türlü işbirliğine açık olan oportünistlerin oluşturduğu hukuk dinlemeyenler koalisyonu üyeleri ortaklaşa Atatürk’ün çağdaş cumhuriyetine saldırmaktadırlar . Emperyalizmin desteklediği kayıt dışı ekonomi sayesinde elde edilen sıcak paralar, mafya örgütleri sayesinde yer altı dünyasının ülkede daha da güçlenmesine yol açmıştır . Kaynağı belli olmayan sıcak para trafiği ile Türkiye iyice sömürgeleştirilmektedir . Bu kesimler ile işbirliği yapan siyasal çevreler de , hem bu tür ilişkilerden paylarını almakta , hem de çıkar ilişkisi içinde oldukları yer altı dünyasına karşı hiçbir önlem almayarak bir anlamda dolaylı destek vermektedirler . Küresel sermaye medya alanının bütünüyle denetimi altına alarak kamuoyunda aykırı seslerin çıkmasına izin vermemekte ve halk kitlelerinin eskisi gibi uyutulması misyonunu daha gelişmiş yöntemler ile devam ettirmektedir . Bir anlamda , dünya ülkelerinde demokrasilerin halk egemenliğinden sermaye egemenliğine doğru kaydırıldığı ve bu doğrultuda gündeme gelen sermaye egemenliği anlamında gündeme gelen kapitokrasilerin demokrasilerin yerini aldığı görülmektedir .

Bu kadar çok yönlü olumsuz gelişmeler karşısında nüfusu seksen milyona yaklaşan Türkiye Cumhuriyeti devletinin silkinerek toparlanması ve kendine gelmesi gerekmektedir . Küresel sermaye daha küçük devletler istediğinden bütün dünya uluslar arası terör örgütleri aracılığı ile bir kargaşa dönemine doğru sürüklenmektedir . Emperyalizmin desteğindeki terör örgütleri aracılığı ile bilinçli bir biçimde kaos ortamı yaratılmakta ve kaosdan sonra yeni bir düzen arayışı öne çıkarılmaktadır. Kentlerde gökdelenlerin yapıldığı merkezi alanlardaki eski evler nasıl yıkılıyorsa ve gökdelenler aracılığı ile geleceğin kent devletleri yaratılmaya çalışılıyorsa , benzeri bir biçimde bölgesel federasyonların oluşturulabilmesi için de , ulus devletler parçalanarak tasfiye edilmeye çalışılmaktadır . Yeni demokrasi plan ve projeleri doğrultusunda gerçekleştirilmeye çalışılan bu dağıtma operasyonunda emperyal güçler yerli ortakları ile devletlere karşı savaş açmışlardır . Bir anlamda demokrasi adına sivil toplumlar öne çıkarılırken , diğer yandan da toplumlar ile devletlerin geçmişten gelen bağları kopartılmaktadır . Daha önceleri toplumlar kendi devletlerini kurarken , şimdi sivil toplumculuk adına toplumlar kendi devletlerine karşı ayaklandırılmaktadır . Geleneksel demokrasiler yeni demokrasilere dönüştürülürken , milletler sivil toplumlara dönüştürülmekte ve bu yoldan devlet millet birlikteliği ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır .

Yunanistan devleti , küresel emperyalizmin modeline uygun olarak kurulan Yeni Demokrasi partisinin uzun süreli iktidarları döneminde yarı sömürge konumuna düşerek iflas etmiştir .Türkiye’de de bir zamanlar iş adamları derneği başkanı Yeni Demokrasi adıyla bir parti kurmuş ,boğazdaki zenginlerin temsilcisi olarak ekonomi üzerinden devleti yönetmeye kalkışmış ama Anadolu halkının sağ duyusu nedeniyle yüzde bir bile oy alamamıştır . Para basma hakkı elinden alınan her devlet piyasaya mahkum edilirken , ekonomik oyunlar ile tasfiye edilme aşamalarına getirilmektedir . Bölgesel para projesi yüzünden Avrupa Birliği Büyük Almanya’ya dönüşmüş ve diğer Avrupa devletleri piyasa üzerinden yönetilir hale getirilerek gerçek anlamda bir devlet olma durumundan uzaklaştırılmışlardır . Yeni demokrasi adı altındaki emperyal projeler devletleri dağılma noktasına getirdiği gibi cumhuriyet rejimlerini de çökme tehlikesi ile karşı karşıya bırakmaktadır. Bugün Türkiye Cumhuriyeti böylesine bir emperyal projenin tehdidi altındadır . Büyük Atatürk’ün kurmuş olduğu çağdaş cumhuriyet rejimi ulusal ,üniter ve merkezi bir konumda geleceğe dönük yaşamını sürdürürken , dıştan kumandalı emperyal manüplasyonlar yüzünden ilelebet payidar olamama tehdidi ile karşı karşıyadır . Bu nedenle , yeni demokrasi projelerinin çökerttiği Türkiye Cumhuriyetinin sonsuza kadar yaşayabilmesi için , cumhuriyet rejimine tam anlamıyla sahip çıkacak bir yeni cumhuriyetçilik akımına acilen gereksinme bulunmaktadır .

Türkiye cumhuriyetinin , kurucu önder Atatürk’ün Türk ulusuna hedef gösterdiği gibi ilelebet payidar olabilmesi için yeni bir cumhuriyetçilik gerekmektedir . Putin’in yıllardır Rusya’yı büyük bir devlet olarak yönetmesini sağlayan akım ve partinin adının “Rusya’nın Birliği “ olduğu dikkate alınırsa , Türkiye Cumhuriyetinin de yeniden doğarak güçlü bir biçimde yola devam edebilmesi için bir “Cumhuriyetçi Birlik “ hareketine ihtiyaç vardır . Cumhuriyetçi Birlik Platformu , bu gereksinmeyi karşılayabilme doğrultusunda yeni bir cumhuriyetçi hareket olarak ,Türk ulusunu Cumhuriyetçi Birlik çatısı altında toplanarak Türkiye Cumhuriyetininin yirmibirinci yüzyılda hak ettiği yere gelebilmesi için Kuvayı Milliye’nin devamı olan yeniden bir milli mücadeleye çağırmaktadır .

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ GENEL KURUL RAPORU İÇİN GÜNCEL DURUM TESPİTİ "Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN" A- DÜNYA’ DA SON DURUM (Makalenin yazım ve yayın tarihi: 18 NİSAN 2014)


ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ GENEL KURUL RAPORU İÇİN GÜNCEL DURUMTESPİTİ 

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN  

A- DÜNYA’ DA SON DURUM


Yirmibirinci yüzyılın ilk ondört yılı geride kalırken , bu yüzyılın yeni yapılanması doğrultusunda olaylar birbiri ardı sıra gündeme gelmekte , dünya ülkelerini ve toplumları derinden sarsarak yeni bir yapılanma sürecini insanlığın karşısına çıkarmaktadır . Uluslar arası son durum ve insanlığın gelmiş olduğu yeni aşama aşşağıdaki gibi özetlenebilir.

I-İkinci dünya savaşı sonrasında içine girilmiş olan Amerikan yüzyılı dönemi son yıllarda tükenmeye doğru bir gerileme göstermiştir . 2020 yılından sonra yeni dünya düzeninin Çin merkezli olarak yeniden düzenleneceği öne sürülmektedir . Bu durumu dikkate alan ABD , kendi yüzyılının süresini uzatmak ve Çin’in bir numaralı süper güç konumuna gelmesini önlemek üzere yeni bir strateji geliştirmektedir . Bu doğrultuda Orta Doğu’daki askeri birliklerini çekerek Büyük Okyanus bölgesindeki ülkelere aktarmaktadır . Son dönemde Amerikan ordusundan yüzbin kişi Avustralya’ya , Filipinlere ve Malezya’ya kaydırılarak , Çin’i Büyük Okyanus üzerinden kuşatma stratejisi öncelik kazanmıştır . ABD , gelinen yeni aşamada artık kendi güvenliğine öncelik vermekte ve dün Japonya’nın Pasifik bölgesinde yayılmasını önlediği gibi ,bugün de Çin’in Pasifik okyanusunda üstünlük kurarak kendisi için tehdit oluşturmasının önüne geçmek istemektedir . Özellikle Avustralya kıtasının Çin tarafından ele geçirilmesinin önlenmesi , ABD üstünlüğünün korunması açısından ilk öncelik haline geldiği görülmektedir .

2-ABD , ikibinli yıllarda , devletin tepesini işgal etmiş olan Yeni Konservatif kadronun Siyonist öncelikleri ve politikaları yüzünden ,küreselleşme döneminin yirmi yılında Orta Doğu’da sürekli olarak savaşmak zorunda kalmış ve bu yüzden de dünya üstünlüğünü elinden kaçırma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır . Yeminli Siyonist lobilerin baskılarıyla Orta Doğu’ya kilitlenen ABD , Afrika,Asya ve Latin Amerika kıtalarındaki hegemonyasını kaybetmiş, Avrupa Birliği üzerinde eskisi gibi etkinlik kuramamış ve bu yüzden de süper güç konumunda küresel emperyalist bir düzen kuramamıştır . Bu nedenle artık küreselleşme döneminin sonuna gelinmiştir . Küreselleşmenin ABD üzerinden batı kapitalist sisteminin yeni bir emperyalist açılımı olarak öne çıkması nedeniyle bütün dünya ülkelerinde Amerikan karşıtı tepkiler ve politikalar gelişerek öne çıkmaya başlamıştır . Amerikalılar bu durumu açıkça gördükleri için , Orta Doğu’dan geri çekilerek , iki okyanus arasındaki konumları ile kendi güvenliklerini sağlamaya öncelik vermişlerdir .

3-ABD’nin dünyayı yönetmek ve yönlendirmek konularında giderek zorlanmaya başlaması üzerine batı bloku arasında da bir çözülmeyi gündeme getirmiş , Almanya daha rahat hareket ederek Avrupa Birliği’nin patronu gibi hareket etmeye başlamıştır . İsrail destekli Sarkozy Fransa’nın başına geçtikten sonra , Fransa ile Almanya arasındaki Avrupa Birliği ittifakı çözülmüş ve hem Fransa hem de Almanya eski geleneksel devlet politikalarına geri dönmüşlerdir .Almanya gelişme yönünü OSTPOLİTİK adı verilen doğu politikasına doğru kaydırmaya yönelmiş , Fransa’da hem İsrail ile işbirliğini artırarak Akdeniz Birliği’ne yönelmiş, hem de ABD ve İngiltere ile yakınlaşarak geleneksel Atlantik ittifakı doğrultusunda batı emperyalizminin ana kollarından birisi olarak hareket etmeye başlamıştır .

4- Eski gücünü İsrail angajmanları yüzünden kaybeden Aemirak Birleşik Devletleri , Almanya’nın Avrupa Birliğinin patronu olmasını bir türlü kabül edememiş ve kendisinden önce dünyayı yöneten eski Atlantik ittifakına geri dönerek İngiltere ve Fransa ile birlikte hareket etmeye başlamıştır . Bugün gelinen yeni aşamada ABD İngiltere ile Fransa’nın eski sömürgelerine geri dönüşünü desteklemektedir . İngiltere zaten ABD’ye güvenmediği için Commonwealth adını verdiği dünya imparatorluğunu sömürgelerini bir arada tutarak devam ettirmiştir . Fransa ise , Birleşmiş Milletlerin kurulması sonrasında sömürgelerin ulus devletlere dönüştürülmesi aşamasında geri çekildiği sömürgelerine , kendi istihbarat örgütünün yarattığı iç karışıklıkları bahane ederek geri dönmüştür . Böylece batı emperyalizminin iki kurucusu İngiltere ve Fransa küresel patron ABD ile birlikte yeni bir Atlantik ittifakını ,bütün dünya ülkelerine karşı örgütlemiştir .

5-Avrupa Birliği , ABD’nin ve İsrail’in birlikte yürüttükleri Akdeniz ve Orta Doğu politikaları yüzünden sarsılmaya ve giderek gerilemeye doğru bir kayma göstermiştir . Fransa ile Almanya’nın yollarının ayrılmasıyla ABD , Fransa’yı yanına çekerek bir küresel Atlantik politikasına yönelmiş , İngiltere ile bu doğrultuda işbirliğini artırmıştır . Avrupa Birliği politikalarının , İngiltere,Fransa gibi sömürge imparatorluğu sahibi olan ülkeleri bölünme aşamasına getirmesi nedeniyle , Avrupa Birliği süreci duraklama içine girmiş , İngiltere ile Fransa yeni dönemde eski sömürgelerine yönelerek Avrupa kıtasının birliği hedefinden hızla uzaklaşmışlardır . AB’nin ana aksı olan Fransalmanya birlikteliği kırılınca , Avrupa kıtasının birliği hedefi suya düşmüştür .

6,-Almanya eskisi gibi doğu politikalarına yönelince , Atlantik emperyalizmine karşı çıkan geleneksel ittifak olarak Prusya-Rusya birliği konusu yeniden gündeme gelmiştir . İkinci dünya savaşında Faşist Hitler ile komünist Stalin arasındaki anti Atlantikçi ittifak bugün Putin-Merkel işbirliği ile yeniden devreye girmiştir . Doğalgaz ve petrol kaynaklarıyla bütün Avrupa kıtasını besleyen Rusya , yeni dönemde Almanya ile ilişkilerine geliştirme aşamasına geldiğinde , Atlantik Birliği’ne,Avrupa Birliği’ne ya da Akdeniz Birliği’ne alternatif olabilecek bir Kuzey Birliği’ni Prusya-Rusya ittifakı olarak dünya gündemine getirmektedir . İşte bu yakınlaşmayı önlemek isteyen ABD,Rusya ile Orta Doğu ve Avrasya bölgelerine dönük işbirliğini geliştirmeye yönelerek ,Almanya yakınlaşmasına karşı denge sağlamaya çalışmıştır . İsrail ise , güçlü lobileri aracılığı ile Ukrayna’da ortaya çıkan karışıklıkları destekleyerek , Almanya ve Rusya yakınlaşmasının tam ortasına Ukrayna üzerinden büyük bir ihtilaf yerleştirerek , Almanya-Rusya ortaklığında kurulmakta olan ve tüm Avrasya bölgesini hegemonyası altına alabilecek olan Kuzey Birliği oluşumunu engellemiştir .

7-Amerika’daki büyük Yahudi şirketlerinin yeni yatırımlarını sürekli olarak Çin’e yapmaları nedeniyle , bu ülkedeki Komünist yönetimin merkezi Pekin’in karşısına ,küresel sermaye ve Siyonist lobilerin desteği ile Şangay İşbirliği Örgütü çıkarılmıştır . ABD’yi eskisi gibi kullanamayan küresel sermaye ve Siyonist lobiler yeni dönemde Şangay İşbirliği Örgütü üzerinden en büyük ülke olan Çin’i içeriden ele geçirmektedirler . Ayrıca Çin üzerinden geliştirilecek yeni ekonomik açılımlar ile bütün Asya kıtasının doğunun temsilcisi olarak Çin’in eline geçmekte olduğu görülmektedir.Çin yeni dönemde Asya ülkeleri üzerinde ekonomik üstünlüğünü artırırken ,ABD merkezli batı ekonomisinin Asya kıtasını ele geçirmesiini önlemektedir .

8-ABD yeni dönemde , dünyayı Rusya ile paslaşarak yönetmeye doğru yeni bir politikayı yavaş yavaş geliştirmektedir . Soğuk savaş yıllarında Rusya ile paslaşarak dünyayı daha rahat yöneten ABD’nin, Çin ve diğer büyük ülkelere karşı aynı rahatlığı aradığı göze çarpmaktadır . Amerikan devletini içinden vuran küresel sermayenin Çin alternatifine oynaması yüzünden , Amerikan devleti de Rus devleti ile yakınlaşarak eski dengelerde dünyayı süper güç olarak yönetebilmenin arayışı içerisine girmiştir . Özellikle batı ekonomisinin Siyonist lobilerin denetimi altında bulunması yüzünden zor durumlara sürüklenen Amerikan devletinin Rusya ile paslaşarak kendi üstünlüğünü yürütebilmenin arayışı içinde olduğu gözlemlenmektedir . ABD’nin Irak savaşı yüzünden içine sürüklendiği beş trilyon dolarlık dış borç ,bugün yaşanmakta olan ekonomik krizin ana nedeni olarak görülmektedir . Irak savaşından ders alan ABD , İsrail’in zorladığı Suriye savaşına girmemiş ve böylece Büyük İsrail projesi üzerinden İran ile Türkiye arasında düşünülen üçüncü dünya savaşı senaryosu gerçekleştirilememiştir .

9-Soğuk savaş sonrasında içine girilen küreselleşme sürecinin yeni bir batı emperyalizmi olduğunun anlaşılmasıyla birlikte , aradan geçen çeyrek asırlık zaman dilimindeki olaylar bütün dünya ülkelerinde ciddi tepkiler yaratmıştır . Sermayenin güdümünde ulus devletlerin parçalanmaya zorlanması yüzünden , bütün ulus devletler son zamanlarda kendilerini koruyan önlemlere ağırlık vermişler ve bu doğrultuda , büyük şirketlere ve emperyalist devletlere karşı kendilerini koruma noktasında bölgesel işbirliklerine girmişlerdir . Çeyrek yüzyıllık uygulamalar küresel sermayenin istediği gibi bir küreselleşmenin olamayacağını ve bu nedenle her devletin komşuları ile işbirliği yaparak , yeni dönemde bölgesel birliklere yöneleceğini ortaya koymaktadır . Bu nedenle önümüzdeki dönem küreselleşmenin geride bırakılacağı ve yerini bölgeselleşmenin alacağı bir zaman dilimi olacaktır .

10-İki büyük dünya savaşı sonrasında ,bir dünya devleti ideali ile kurulmuş olan Birleşmiş Milletler sisteminin gerektiği gibi çalışmadığı görülmektedir . Milletler Cemiyetinin kararları çiğnendiği için ikinci dünya savaşı çıkmıştır . Bugün de ABD kurucusu olduğu Birleşmiş Milletlerin işine gelmeyen kararlarına uymamakta , Birleşmiş Milletlerin ilk kararı ile kurulmuş olan İsrail ise , bu uluslar arası örgütün hiçbir kararını dinlemeyerek bildiği gibi hareket etmektedir . Bu yüzden de Orta Doğu bölgesinde hiçbir zaman savaş eksik olmamaktadır . ABD’nin Pasifik okyanusundaki rekabete öncelik verdiği yeni dönemde İsrail merkezi alanda yalnız kalmakta ve bu yüzden küresel emperyal ortaklık sona ermektedir . Bu aşamadan sonra batı dünyasından savaş amaçlı saldırgan küresel politikaların eskisi kadar sık gündeme gelmeyeceği söylenebilir .

Birleşmiş Milletler sisteminin yeteri kadar çalışmadığı ve istendiği gibi etkili olamadığı bu aşamada yeni bir Birleşmiş Milletler yapılanmasına duyulan gereksinme her geçen gün artmaktadır . Önümüzdeki yıllarda dünya ülkeleri emperyal küreselleşme yerine alternatif bir küresel dayanışmanın arayışı içerisinde olacaklardır .Bu doğrultuda yeni bir Birleşmiş Milletler çatısı kavga ya da savaşlarla değil ama , dayanışma arayışları ve barış düzeni içerisinde gerçekleştirilebilecektir . Dünya Ticaret Örgütü çatısı altında ABD ve batı hegemonyasına karşı çıkan Brezilya,Hindistan,Rusya ve Çin gibi doğu ve güney ülkeleri dayanışması giderek artacak ve batının söz dinlemeyen emperyal güçlerine karşı dünya halklarının insiyatifi karşı bir denge oluşturmak üzere devreye girecektir .ABD kendi kurduğu Birleşmiş Milletlerin kararlarını dinlemediği noktada , İsrail kendisini kuran bu örgütün hiçbir kararına uymadığı noktada , bugün için bir uluslar arası hukuk düzeninden söz edebilmek giderek zorlaşmaktadır . BRİC ülkeleri denilen dört büyük devletin emperyalist küreselleşmeye karşı çıkarak uluslar arası dayanışma yolu ile yeni bir dünya düzeni arayışı içerisine girmeleri sayesinde yeni bir Birleşmiş Milletler örgütü daha insancıl bir doğrultuda kurulabilecektir . Bu örgütün genel kurul kararlarının bağlayıcı olması , uymayanlara yaptırım uygulanması ve güvenlik konseyinin yapısının değiştirilerek daha eşitlikçi bir düzene kavuşturulması , dünya barışının tesisi ve korunması açısından gerekli görünmektedir . Doğudan güneşin doğduğu gibi , yeni bir dünya düzeninin daha adil,eşitlikçi ve barış ortamı içerisinde gerçekleştirelebilmesi doğrultusunda yepyeni bir Birleşmiş Milletler yapılanması doğrultusunda bütün dünya ülkelerinin bir araya gelmesi gerekmektedir .

B - TÜRKİYE’DE SON DURUM
1- Türkiye Cumhuriyeti son yapılan genel seçimlerden sonra bir kutuplaşma dönemine girmiştir . Bir yanda on iki senedir sekiz kez seçim kazanan iktidar partisi yüzde ellilik oy potansiyeli ile yoluna devam etmekte , diğer yandan da gene toplumun yarısın temsil eden ulusalcı,milliyetçi ve Atatürkçü bir cumhuriyet tabanının toplum içerisinde varlığını koruduğu göze çarpmaktadır . Bir yandan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin rekabeti yaşanırken , diğer yandan iktidar partisinin bir dördüncü dönem daha ülkeyi yönetmek için gelecek yıl yapılacak genel seçimlere hazırlandığı görülmektedir . Türkiye iki yıllık dönem içerisinde devletin demokratik yenilenmesini sağlayacak üç büyük seçime kilitlenmesi aşamasında , Türkiye Cumhuriyetinin ayakta kalabilmesi ve küresel konjonktür yüzünden içine sürüklendiği siyasal çıkmazdan kurtulabilmesi doğrultusunda arayışlar devam etmekte ve yeni siyasal çıkışlar içen toplumun değişik kesimlerinde hareketlenme kendiliğinden gündeme gelmektedir . Türkiye böylesine bir süreçten geçerken , ciddi bir ulusal alternatiften yoksun bırakılmakta ,ulus devlet tasfiye edilirken küresel emperyalizmin kuralları doğrultusunda bir dönüşüme zorlanmaktadır . Atatürk Cumhuriyeti’ni toptan yok edecek böylesine bir emperyal komplo ile karşı karşıya bırakılan Türkiye Cumhuriyetinin kendisini savunmasına izin verilmemekte ,emperyalizmin küresel ve bölgesel planları doğrultusunda Türkiye için çeşitli planlar siyasal komplolar aracılığı ile uygulama alanına getirilmektedir .

2- Türkiye Cumhuriyeti Sovyetler Birliği’nin dağılışına ve küreselleşme dönemine hazırlıksız yakalanmıştır . Ortaya çıkan yeni tablonun değerlendirilmesi Türkiye açısından yapılmamış ve medya üzerinden soğuk savaş döneminin alışkanlıklarından yararlanılarak ,yeni emperyal ve Siyonist politikalar Türk toplumuna aşılanmaya çalışılmıştır . Geçmişten gelen batı blokuna bağlı kadrolar aracılığı ile hem medya siyasetleri yönlendirilmiş hem de siyasal kadrolar yeni dönemin siyasal programları doğrultusunda gene batılı güçler tarafından kullanılmıştır . Avrupa Birliği üzerinden geliştirilen programlar ile Türkiye ciddi bir yapı değişikliğine sürüklenmiş ama gümrük birliğinin karşılığı olan tam üyelik engellendiği için , Türkiye ve Avrupa Birliği ilişkileri tam anlamıyla bir sömürge ilişkisine dönüşmüştür . Avrupa Birliğine girilecek diye Türkiye on adet uyum programını kabül ederek uygulamaya başlamış ve böylece merkezi devlet ile Atatürk’ün devlet modelinin tasfiyesi aşamasına Türkiye zorla getirilmiştir . Avrupa tarihi boyunca Osmanlı imparatorluğunu tehdit olarak gören Avrupalılar , Osmanlı topraklarında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetini de gene eskisi gibi tehdit olarak algılamışlar ve bu yüzden Türkiye’nin tam üyeliğinin önünü açmamışlardır . Çeşitli alanlarda ve sektörlerde Türkiye’yi kendi standarları doğrultusunda yönlendirmeye çalışan Avrupa Birliği’nin kötü niyetli ve çifte standartlı tutumu yüzünden Türk devletinin batı bloku ile olan ilişkileri sorunlu bir döneme girmiş ve bu durum hala giderilememiştir . Avrupa Birliği’nin yeni bir Yugoslavya modeli yaratarak , parçalanan bir Türkiye’yi hedeflemesi , ülkenin batı bölgelerinde toplanan gayrimüslim ve lövanten toplum kesimlerini birlik içine almaya çalışırken , Balkan bölgesinde uygulanan Müslümanları Avrupa dışında bırakma stratejisinin Anadolu bölgesinde de uygulanmak istendiği açıklığa kavuşmuştur . Avrupa Birliğine tam üye olarak girmek için elli yıllık özverili tutum gösteren Türk devletinin sürekli olarak dışlanması Türkiye-Avrupa ilişkilerine gölge düşürmüştür . Bu nedenle Avrupa Birliği zaman içerisinde Türkiye açısından önceliğini yitirmiş ve ikinci plana düşmüştür . Şimdi kopmamak üzere ilişkiler sürdürülüyormuş gibi bir yol izlenmekte ama hiçbir ciddi adım Avrupa Birliğine tam üyelik doğrultusunda Türkiye’de göze çarpmamaktadır . Türkiye’nin bu yüzden Avrupa macerası bitmiş gibi bir durum ortaya çıkmıştır.

3- Yirmi birinci yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti kurucu önder Mustafa Kemal’in çizgisinde ve O’nun ilkelerine uygun bir doğrultuda yönlendirecek bir Kemalist iktidar arayışı günümüzde Atatürkçü kesimlerde ve cumhuriyetçi taban da devam etmektedir . Yıllar geçtikçe ve Atatürk karşıtı bir çizgide sağcı iktidarlar Türkiye’yi yönetmeye devam ettikçe , yeni yetişen cumhuriyet kuşaklarının kurucu önder Mustafa Kemal’in istediği gibi Atatürkçü bir çizgide olmadıkları görülmektedir . Atatürk’ü yaşayan bir kurucu önder olmaktan çıkartarak , Fatih Sultan Mehmed ya da benzeri eski devlet adamlarıyla birlikte tarihe mal etmek isteyen işbirlikçi ve mandacı kadrolar ,bugünkü devlet yapısını kurucu önder Atatürk’ten uzaklaştırabilmek amacıyla tarihçilere atatürk’ü tarihe mal etmek görevini vermiş görünüyorlar . Dinci, ve mandacı kesimden gelen tarihçiler de Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi Atatürk’ü yaşayan devlet düzeninin dışına çıkartarak Türk ulusunu Atatürk’ten uzak bir çizgide geliştirmeye çalışmaktadırlar . Bu nedenle genç kuşaklar Atatürk’ten uzak bir doğrultuda yetiştirilmektedirler . Cumhuriyetin genç kuşakları dinci cemaatlar ile emperyal devletlerin etkisi altına alınmakta ve bu yeni kuşaklar kullanılarak Türkiye küresel emperyalizmin ve siyonizmin planları doğrultusunda bir yerlere doğru çekilmek istenmektedir .Cumhuriyetin kurmuş olduğu eğitim sistemi bozulurken , belirli kesimler Türk gençliğini farklı çizgilerde yetiştirmek üzere özel okul ve üniversiteler üzerinden devreye girmektedirler .

4- Cumhuriyet rejiminin içinden yetişmiş olan Atatürkçü kesimler zaman içerisinde yaşamdan çekildikçe , Türk ulusu içindeki Atatürkçü birikim giderek azalmakta ve bu yüzden de bir türlü Atatürkçü çizgide yeni yapılanmalar ortaya çıkamamaktadır . Atatürkçülüğün toplum içindeki karşılığının hızla azalması yüzünden yeni yetişen cumhuriyet kuşakları içinden yeni Atatürkçü kadrolar çıkamamakta ve bu yüzden de iç dinamiklerin Atatürkçü çizgide sürdürülmesi giderek zorlaşmaktadır . Aradan geçen zaman dilimi içerisinde yeni kuşaklar içerisinden Atatürkçü kadroların ortaya çıkarılamaması nedeniyle , devleti kurmuş olan Atatürk’ün Partisi bile Atatürkçü olmayan genç kadroların eline geçmiştir . Atatürkçülük adına küreselcilik , neoliberalcilik , cemaatçılık ,alt kimlikçilik , mandacı işbirlikçilik gibi sapmalar giderek Atatürk’ün partisi içinde çeşitli kadrolar aracılığı ile tırmandırılmaktadır .

Batı ülkelerinde yetişmiş mandacı kafa yapısına sahip bulunan lider kadrolar da Atatürk’ün partisinin Atatürkçülükten uzaklaştırılmasında önemli roller oynamışlardır .Liberal , neoliberal ,Atlantikçi ,Siyonist ya da batıcı çizgilerde göreve gelen yeni siyasal kadrolar Atatürk’ün partisinin zamanla Atatürk ilkelerinden uzaklaştırılmasında etkin roller oynamışlardır . Devlet düşmanları ya da Atatürk karşıtları Atatürk’ün partisine girerek ve dış desteklerle bu partide yönetici konumlarına gelerek Atatürk’ün partisinin yozlaştırılmasında önemli roller oynamışlardır . Böylesine bir olumsuz durumun yaratılmasında Atatürkçü olduğunu söyleyen kesimlerin büyük hataları bulunmaktadır . Atatürkçülüğü kendi çıkarları doğrultusunda kullanan , zaman içinde tamamen Atatürk ilkelerine aykırı düşen tutum ve davranışları kasıtlı bir biçimde uygulayan sözde Atatürkçü kesimler de Atatürkçülüğün ülkede yozlaştırılmasında ve geriletilmesinde önemli roller oynamışlardır . Alt kimlikli belirli kesimlerin başka devlet modelleri için aracılık yapması ve bu doğrultuda Atatürkçü çizgiden sapmalar göstermesi üzerine Atatürkçülük ciddi bir bunalıma sürüklenmiş ve bu durumdan bir türlü kurtulamamıştır . Ülkede var olan devlet modelinin ve siyasal rejimin temelini oluşturan Atatürk ilkeleri ,yeni gelinen bu olumsuz aşamada bu yüzden bir türlü eskisi gibi etkin bir konuma sahip olamamıştır . Atatürkçülüğü her kılıfa uydurmaya çalışan fırsatçı ve işbirlikçi kesimlerin ,kurucu önderin siyasal çizgisine ve devlet modeline en çok zarar veren kesimler olduğu artık görülmektedir . Türkiye’nin içine sürüklendiği bu çıkmazın başlıca sorumlusu olan eyyamcılıktan Atatürkçülük kurtulmadıkça , Türkiye Cumhuriyetinin geleceği açısından emin olmak mümkün değildir .

5- Türkiye Cumhuriyeti yirminci yüzyılın koşullarında kurulmuş olan bir ulus devlettir .,Bu nedenle kendisini yüz yıl sonra yirmi birinci yüzyılın koşullarına uyumlu bir hale getirecek bir milli programa ihtiyaç duymaktadır . Her büyük devlet ,değişen dünya dinamikleri çerçevesinde kendisini yeni durum a uyduracak bir milli programı devreye sokarken , Türk devletinin bu hakkını kullanmasına emperyal devletlerin uzantısı olarak Türkiye siyaset sahnesinde yönlendirme yapan etki ajanları engel olmaktadır . Türk basını içinde yer alan ABD,Avrupa ve İsrail üçlüsünün adamları , Türkiye Cumhuriyetinin batı blokunun kontrolu altında kalmasını sağlayarak , diğer ülkeler gibi Türkiye’nin de kendi ulusal programını uygulayabilmesine bir türlü izin vermemektedirler . Böylesine bir işgal devam ettiği sürece , Türk kamuoyu , batılı emperyalistlerin çizdikleri doğrultuda oluşturulmakta ve Türkiye batılıların çıkarları doğrultusunda kullanılan bir merkez ülke konumundan bir türlü çıkamamaktadır . Türk devleti bir örümcek gibi kendi içini sarmış olan işbirlikçi ve mandacı kadrolardan bir türlü kurtulamadığı için , bir devletin kendini koruması doğrultusunda geliştirmesi gereken iç dinamiklerini devreye sokamamakta ve bu durumda da ciddi zaman kaybetmektedir . Yeni bir dünya kurulurken , Türkiye’nin kendi çıkarları doğrultusunda burada yerini alması önlenmekte , batılı emperyal güçlerin çıkarları doğrultusunda kullanılarak onların çıkar düzenlerinin gerçekleştirilmesi için öne sürülmektedir .

6- Atatürk sonrası dönemde Türkiye ciddi bir yön sorunu ile karşı karşıya kalmıştır . Atatürk’ten hemen sonra işbaşına gelen İnönü’nün ABD,İngiltere ve Fransa gibi Atlantik emperyalistleri ile gizli anlaşmalar imzalaması yüzünden Türkiye gizli bir Atlantikçi işgal altına sürüklenmiştir . Nato örgütü bu baskı düzeninin örgütü olarak Türkiye Cumhuriyeti üzerinde batı hegemonyasının devam etmesini sağlamakta ve Türkiye’nin kendi çıkarları doğrultusunda kendi yönünü tayin etmesine bir türlü izin verilmemektedir . Bu açıdan Türkiye Cumhuriyeti ciddi bir çıkmaz ile karşı karşıya bulunmaktadır . Atatürk Türk devletini batı bloku,sosyalist blok ve İslam blokları arasında tam bağımsız merkezi devlet olarak kurmuştur . Üç dünya arasında tamamen bağımsız ve farklı bir devlet modeli ile kurucu önder tarafından tarih sahnesine çıkartılmış olan Türkiye Cumhuriyetinin dünyanın tam ortasında kendi yönünü belirlemesine emperyalistler izin vermemektedirler . Türkiye bu bağımlılık çemberi içinde kaldığı sürece kendi geleceğini Türk ulusunun çıkarları doğrultusunda belirleyemiyecektir . Atatürk üç dünyadan hiç birine kendi modelini yönlendirmezken , her üç dünya ile de dengeli ve bağımsız ilişkilerin yürütülmesine dikkat ediyordu . İnönü döneminde imzalanan gizli antlaşmaların ülkeyi bir Atlantik hegemonyasına sürüklemesi soğuk savaş döneminde gündeme gelmiştir . Ne var ki , soğuk savaşın geride kaldığı yeni aşamada her devlet gibi, Türk devletinin de kendi ulusal çıkarları doğrultusunda yönünü belirlemesi gerekmektedir . Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin yönü ne doğu ne batı ne kuzey ne de güney olacaktır . Türkiye,kurucu önderi Atatürk’ün söylediği gibi kendisi olacak ve bu doğrultuda güçlenerek dünyanın merkezi gücü konumuna gelecektir .Türkiye Cumhuriyetinin kendisi olarak merkezi bir yön çizgisinde ilerlemesi , Avrasya bölgesine yayılmış olan üç yüz milyonluk Türk asıllı toplumları ve devletleri de kendi yanına çekecektir . Atatürk , Türkiye Cumhuriyetini bir Avrasya devleti olarak dünyanın tam ortasında kurarken , geleceğe dönük bir bağımsız merkezi yapılanmayı da kendinden sonra devletin başına geçeçek kadrolara siyasal miras olarak bırakıyordu .Atatürk Cumhuriyeti , kurucusunun izinde giderek bağımsız merkezci yönünü Kemalist bir Avrasyacılık stratejisi ile çizmek durumundadır . Türkiye böylesine bir gerçekçi yöne doğru yol almaya başlarsa ve bu doğrultuda güçlü bir milli programı etkili bir biçimde devreye sokarsa , yeni dünya düzeni barış içinde kurulabilecektir . Aksi durum savaştır .